Son günlerde, özellikle yüksek sesle dillendirilen Mısır ve Suriye politikalarında olası bir değişim, önemli bir gündem konusu oldu.

Ve bu olası değişim, bugüne kadar özellikle bu ülkeler için uygulanan ve siyasetin büyük bir kesimi tarafından asla kabul görmemiş yanlış politikalardan, “bir geri dönüş mü?” sorusunu akla getirdi.

Çünkü:

-Libya politikası yanlıştı.

-Suriye politikası yanlıştı.

-Irak politikası yanlıştı.

-Mısır politikası yanlıştı.

-BOP eş başkanlığı yanlıştı.

-Afganistan politikası yanlıştı.

Özellikle de bu politikalar, kurucu iradenin koyduğu “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine ters düşen ve de Türkiye’yi yalnızlaştıran politikalar olmuştu.

* * *

Oysaki özellikle Arap dünyasındaki bu ülkeler, tam 6 asır ortak bir tarih yaşadığımız ülkelerdi.

Osmanlının dağılma sürecinde sınırları cetvelle çizilmişti.

Yani bugünkü Ortadoğu haritası Birinci Dünya Savaşı sürecinde, İngiliz Hükümeti’ni temsilen Ortadoğu Uzmanı Mark Sykes ve Fransız Hükümeti’ni temsilen diplomat Francois Picot tarafından varılan anlaşma üzerine 1916 yılında cetvelle çizilmişti. Ve de kısaca “Sykes-Picot” anlaşması olarak adlandırılmıştı.

Bugün ise bu ülkelerde ve bu bölgede uygulanan tüm operasyonlar, ABD projeleri olmuştur.

Türkiye politikalarında ise ABD projelerine destek verilmiştir. Adeta ABD projelerinin taşeronluğu gibi bir görüntü oluşmuştur.

Yani Suriye topraklarının Alevi, Sünni, Kürt coğrafyası olarak parçalanması bir ABD projesi iken…

Ve de Türkiye’nin özellikle Suriye ile ilişkilerini koparıp, Suriye’de, Irak’ta oluşturulmuş terör örgütlerini açık açık destekleyen ABD ile ilişkilerini sürdürmesi yanlış olmuştur.

Suriye’deki muhalif grupların desteklenmesi yanlış olmuştur.

Özet olarak 911 kilometre sınırımız olan Suriye politikası tümüyle yanlış olmuştur.

Üstelik bu ülkelerin ve bu coğrafyanın parçalanıp yeniden dizayn edilmesi için oluşturulan terör örgütleri, ABD ve Batılı güçlerce beslenip, silahlandırılıp, donatılırken...

* * *

Ve bugün Ortadoğu büyük bir değişim içindedir.

Özellikle Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist sistemin dağılmasıyla, 2000’li yılların başından bu yana bölge, baş döndürücü büyük bir hızla değişmekte ve de değiştirilmektedir.

İdeolojik, stratejik, etnik ve mezhepçi akımların ya da güçlerin elinde tekrar tekrar yapılanmakta ve de yapılandırılmaktadır.

Ve de bu yapılanma ve bu yapılandırma, Türkiye ve İran’ı da içine alacak bir proje görünümündedir.

İşte bu fırtına içinde, ayakları yere sağlam basan, demokratik kurumlarına sahip çıkan, kurucu iradenin koyduğu “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine sadık kalan dinamik bir Türkiye’ye, hem Türkiye hem de bölge için çok büyük bir ihtiyaç vardır.

* * *

Ayrıca:

Biz ne dersek diyelim, Mısır Türkiye’den sonra bölgenin kaderinde, bölgenin oluşumunda kilit rolü olan önemli bir ülke konumundayken...

Özellikle de 911 kilometre sınırımız olan Suriye’de oluşturulmuş, silahlandırılmış, donatılmış örgütler Türkiye için büyük bir tehlikeyken...

Türkiye’nin Mısır ve Suriye ile kalıcı, köklü ve uzun soluklu stratejiler geliştirmesi, bölgenin gerçekleri açısından kaçınılmazdır.

Ve oluşturulacak bu politikalar, hem bölgenin hem de özellikle Türkiye’nin çıkarları açısından kesinlikle kaçınılmazdır.

Ve de başka bir alternatif yoktur.