Siyonist İsrail yönetimi, Gazze'deki soykırımla yetinmedi. Bu kez de rotayı Lübnan'a çevirdi. Ve günlerdir Lübnan bombalanmakta… Başkent Beyrut bombalanmakta…
Ve de dünya, bir savaş filmi izler gibi seyretmekte…
Oysaki Lübnan’daki bu gelişmeler, Gazze’den sonra savaşın çok daha büyük bir coğrafyaya sıçrama olasılığının ciddi bir göstergesi olmakta…
İşte faşist Netanyahu’nun, Batılı destekçilerinin yarım ağız ateşkes telkinlerini de dinlemeyerek, savaşı Gazze’den Lübnan’a taşıması tam da böyle bir şeydir.
Nitekim İsrail:
Yemen’de iki limana savaş uçaklarıyla hava saldırısı düzenledi.
Ve 30 Eylül gecesi Lübnan’a kara harekâtı başlatan İsrail, Suriye ve Irak’a da saldırdı. İsrail savaş uçaklarının Başkent Şam'a gece saatlerinde hava saldırıları düzenlediği duyuruldu.
***
Ancak İsrail’in duracağı yok gibidir.
Çünkü bugün durduracak güç, Arap dünyasında ve genelde bölgede yok gibidir.
Ve de gözler hep okyanus ötesine bakar olmuştur. Öyle ki, okyanus ötesinden “dur” işareti beklenir olmuştur.
Nitekim Birleşmiş Milletler (BM) gözünü dikmiş okyanus ötesine, “yeter artık, dur” çıkışı beklemektedir.
350 milyonluk Arap Dünyası gözünü dikmiş okyanus ötesine, “yeter artık, dur” çıkışı beklemektedir.
Bir milyar 700 milyonluk İslam Dünyası gözünü dikmiş okyanus ötesine, “yeter artık, dur” çıkışı beklemektedir.
Oysaki ABD ve AB’li emperyalistler, kendi bölgesel çıkarları için İsrail’in saldırganlığını, “İsrail’in kendini savunma hakkı” adı altında meşrulaştırmaya çalışmakta, açık açık saldırı ve katliamları destekleyen bir tutum izlemektedir.
Daha da ötesi, Akdeniz’deki ABD ve İngiliz savaş gemileri, İsrail saldırganlığına destek vermek için hazır beklemektedir.
***
Evet, İsrail’in en büyük gücü:
Arkasındaki Amerika’dır. Arkasındaki İngilizlerdir. Yani genelde Batılı emperyal güçlerdir.
Ve de askeri teknolojisidir… Uluslararası medyadaki hâkim gücüdür… Uluslararası finans çevrelerindeki hâkimiyetidir…
Evet, bunlar İsrail’in büyük bir güç kaynağıdır.
Ama aslında İsrail’in en büyük gücü, bölge ülkelerinin dağınıklığıdır, İslam ülkelerinin dağınıklığıdır, parçalanmışlığıdır ve de çaresizliğidir.
Nitekim Birinci Dünya Savaşı sonrasında emperyalistlerin sınırlarını cetvelle çizdiği Ortadoğu coğrafyasının, yapay sınırlar kadar büyük ve derin etkileri olan bir diğer temel sorunu da mezheplerin belirleyiciliği olmuştur.
Sonuçta görünen çarpıcı gerçek, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun şu anda kendisini durduracak bir “Arap Dünyası” ve de bir “İslâm Dünyası” görmemiş olmasıdır.
***
Bir başka görünen ise İsrail üzerinden Ortadoğu haritasının yeniden şekillenir olacağıdır.
Yani İsrail, bu politikanın taşeronluğunu ve tetikçiliğini yapmaktadır.
Ayrıca Mezhep çatışmalarına hapsedilmiş bir siyasi iklimin içinde bulunan Ortadoğu ülkelerinin görüntüsü, böyle bir politikanın hayata geçmesine de uygu bir zemin oluşturmaktadır.
İşte mezhep çatışmalarının yıllar süren bir iç savaşa yol açtığı Arap ülkelerinden birisi de Lübnan’dır.
Lübnan 10.452 km2 alanı, yaklaşık 7 milyon nüfusu olan Akdeniz’e kıyı bir ülkedir.
(1516-1918) arası Osmanlı yönetiminde kalmıştır.
(1918-1943) arası Fransız mandası olmuştur.
1943’te bağımsızlığını kazanmıştır.
Etnik dağılımına göre nüfusun % 95’i Arap, % 4’ü Ermeni, % 1’i diğer etnik kimliklerdir.
İnanç dağılımına göre ise % 54’ü Müslüman (yarı yarıya Sünni ve Şii), % 40.4’ü Hristiyan, % 5.6’sı Dürzi’dir.
Ama bir yanda, soykırıma rağmen tam bir yıldır topraklarını ölümüne savunan Gazze varken…
Diğer yanda, İsrail dronları Beyrut semalarında dolaşırken, hava savunma sistemi olmayan bir devlettir Lübnan.
***
Sonuçta özet olarak ifade edilirse:
Batının dokunulmazlık şemsiyesi altında korunan, Ortadoğu’da garnizon bir devlet olarak kurulan İsrail’in saldırganlığı, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hayata geçirilmesine yönelik bir parçasıdır diyebiliriz…
Ve de Lübnan, yeni bir Gazze’dir diyebiliriz…