Geçtiğimiz yılların birinin ağustos ayında, sıcaktan bunalmış, perişan bir halde, bilgisayarımın başında, sosyal medyada dolanırken; bir öğretmenimiz tarafından düzenlenip, paylaşıldığını tahmin ettiğim, “Yeni Nesiller Kimin Eseri?” başlıklı paylaşıma takılmıştım.
Dikkat çekmek için özel renklerle renklendirilip, özenle hazırlanılmış o paylaşımda, aşağı yukarı şunlar dillendiriliyor, şunlar vurgulanıyordu...
“Öğretmenlerimize haksızlık yapılıyor. Yeni nesiller, öğretmenlerin eseri falan değil! Yeni nesiller;
* TV dizilerinin, nargile kafelerinin, cahil anne babaların;
* Parasından ve konumundan güç alan sonradan görme, lakayt ebeveynlerin;
* Çocuklarıyla birlikte ellerinden düşürmedikleri laptoplarla teknoloji bağımlısı haline gelip, gerçek yaşamdan kopan dolayısıyla çocukları üzerindeki denetim ve ilgisini yitiren ebeveynlerin;
* Çocuklarının hatalarını hüner olarak gören cahil anne ve babaların;
* Eğitimi yap-boza dönüştüren liyakatsiz yöneticilerin; ESERİDİR…”
* * *
Paylaşımın tümünü birden doğru bulmamakla birlikte genel olarak hoşuma gitmişti paylaşım
Ve o paylaşımı sayfama taşımış, sayfama taşırken de; üzerine not düşmüştüm.
“Tamam, doğru da…” demiş; “O cahil anne babaları, paralarından güç alan o şımarık ebeveynleri, çocuklarının hatalarını hüner olarak gören o cahil babaları, o liyakatsiz yöneticileri… Alaaddin’in cini peydahlamadı ya; onlar da öğretmenlerin eseri…” diye vurgulamıştım.
* * *
Hiç unutmam; o yazıma beni şaşırtacak denli pek çok tepki almıştım.
İlk tepki, kendisi ve eşi öğretmen olan kardeşimden gelmişti.
“… Abi haklısın da eğitimi ve de bu nesli, biz öğretmenler değil; liyakatsiz siyasetçiler bu hale getirdi ve getiriyor. Düşünebiliyor musun; öğretmen olmak için sadece üniversite mezunu olmak yetmiyor ama Meclise girmek için ilkokul diploması bile yeterli oluyor… Bizi ve çocuklarımızı, bu adamlar, bu zihniyet yönlendiriyor ve yönetiyor” diyordu kardeşim.
“Haklısın” demiştim O’na ve özür dilemiştim.
… …
Telefonla arayan (tanışmadığımız) bir başka öğretmenimiz de; “Bir dakika arkadaşım orada durun lütfen” diye söze başlamış, devamını şöyle getirmişti.
MANİSA TURGUTLU’DA BİR İLKOKUL
“…Tam 2 yıl boyunca Anadolu Lisesi gibi bir okulda, sosyal olmalarını arzuladığım için lise son sınıf öğrencilerimden, mesleğimi riske etme pahasına, hazreti müfredatın dışına çıkarak; evlerine gelen dergi, mecmua, gazete gibi medya ürünlerinden, dünyada neler olup bittiğini anlatan makaleler kesip getirmelerini istedim. Ama onlar hep televole reklamlarını ya da artist ve şarkıcıların güncel yaşamlarını kesip getirdiler. Evde ne görürlerse, ilgilerini o çekiyor. Ne çevre ne iktidarın yaptıkları ne körfez savaşı ne BOP projesi… onları hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Öğretmen ne yapsın?”
O öğretmenimize de “haklısınız” deyip, özür dilemiştim.
* * *
Ve diğer tepkiler…
Üç aşağı, beş yukarı aynı içerikli diğer tepki sahiplerine de “haklısınız” deyip, onlardan da özür dilemiştim.
Haklılar mıydı?
Kısmen haklılardı.
Ulusal Öğretim Sistemimiz (Ulusal Eğitim değil, Ulusal Öğretim) ne yazık ki böyleydi çünkü…
Haklılardı, haklı olmasına da bu durumda nasıl çıkacaktık karanlıktan aydınlığa?
Bu konuda bir şey söylemiyorlardı.
Daha doğru bir ifadeyle SÖYLEYEMİYORLARDI.
… …
Ulu Önderimizin aramızdan ayrılmasıyla birlikte tekrar Ortadoğululaştık.
Önce Köy Enstitülerini kapattık.
Bilime arkamızı döndük, hurafe bataklığında boğuluyoruz.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi imamları okullarımıza yerleştirmeye başladık.
Her konuda geriye doğru bir gidiş başladı. Cumhuriyetle birlikte kazandığımız tüm kazanımlarımızı tek tek yitiriyoruz.
Bölünmenin, parçalanmanın eşiğindeyiz.
Birliğimiz, dirliğimiz huzurumuz kalmadı.
İnsanlar, geleceğe korkuyla, endişeyle bakar oldu.
Kim anlatacak bunları çocuklarımıza?
Kim, nasıl yoğuracak bu hamuru?
İmamlar mı?