10 Kasım 2024.

Ulu Önder’imizin aramızdan ayrılışının 86. yıl dönümü.

Hep söyler, hep dillendiririm; Ulu Önder’imiz çok değil bir 10 yıl daha yaşasaydı biz de uzayda cirit atan ülkeler arasında olur; Rahmetlinin kesip attığı tırnak kadar olamayan siyasiler (!) tarafından yönetilmezdik.

*    *    *

O, o günlerin olumsuz koşullarına karşın 6 dil bilen bir devlet adamıydı.

O dil bilimciydi.

O mimardı, mühendisti.

O her konuda ileri görüşlü, yaratıcı bir liderdi.

O tarihten ders çıkaran bir önderdi.

Sabırlı ve disiplinli bir yapıya sahipti

Açık sözlü ve dobraydı.

Çok yönlüydü.

İdealist bir karaktere sahipti.

Liderlik vasfı tartışılmazdı.

İkna yeteneği üst düzeydeydi.

Sorun bitiriciydi.

Her konuda birikimli ve donanımlıydı.

Ülkesinin sorunlarıyla yatar, sorunlarıyla kalkardı.

Ulusçuydu, yurt severdi, yurttaşlarına “efendiler” diye hitap edecek düzeyde halk severdi.

Çevreciydi.

O, daha 1920’li yıllarda iken; Ankara’nın, 2000’li yılların ihtiyacını karşılayacak düzeyde planlanıp, yapılanması talimatını verecek kadar ileri görüşlüydü...

Ama etrafında bulunan dava arkadaşları, değil O’nu aşmak; O’na erişebilecek zekâ, beceri ve öngörü düzeyinde olmadıklarından; pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da O’nun eserlerine ve düşüncelerine sahip çıkamadılar...

Ulu Önder’in bütün hayali; Evliya Çelebi’nin ünlü Seyahatnamesinde anlattığı, “Anadolu Yağmur Ormanlarını” tekrar yaratmaktı...

Ankara’nın bozkırlarında at koştururken Başbakanı İsmet İnönü’ye; “İsmet, bana öyle bir din teklif et ki, ibadeti ağaca tapmak olsun ...” diyecek kadar, doğa severdi...

Yani İsmet İnönü’ye demek istiyordu ki; “İnsanlarımıza, ağaçları, yeşili taparcasına sevmeleri için, nasıl bir eğitim uygulamalıyız? Bana bunu öner. Bana bunun yolunu, yöntemini bul...”

O, “Bana bunun yöntemini bul diyordu” ama; O zaten bunun yolunu ve yöntemini, biliyordu... “Doğa sevgisinin, ağaç sevgisinin lafla değil, yaşayarak, yaşatarak öğretilebileceğinin” bilincindeydi...

Atatürk’ün yaşamında, bu öğretinin pek çok örneği vardır.

Bunlardan biri de “Yalova’da, bir ağaç için, koca köşkün yerini değiştirterek”, tüm ülkeye verdiği (daha doğrusu vermek istediği) anlamlı derstir.

*    *    *

Bugün sizlere böyle anlamlı bir günde, böyle anlamlı bir olayı anlatmak istiyorum bugün...

Atatürk, çok sevdiği Yalova’daki köşkünde, çınar dallarını kesen bir bahçıvanla karşılaşır. Bahçıvana, “dalları neden kestiğini” sorar.

Bahçıvan; “ağacın dalları uzamış, binanın duvarlarına dayanmış, o nedenle kesiyorum Paşam!” deyince, Atatürk sinirlenir.

“Bırak, dokunma zavallı ağaca!” diye bağırır...

Hemen yaverine döner ve gereken emri verir... “Ağaç kesilmeyecek, bina kaydırılacak!”

Düşünün...

Yıl 1930...

Bundan tam 94 yıl önce, tek bir ağaç için yapılan şu hareketin, şu eylemin, şu emrin, şu düşüncenin güzelliğine bakar mısınız?

Ulu Önder’in bu emri üzerine; dönemin ünlü mühendislerinden Ali Galip ALNAR, binanın yerini değiştirmek için, çalışmalara başlar.

Bina çevresindeki toprak alınıp, temel seviyesine indirilir. Bina, İstanbul’dan getirilen tramvay rayları üzerine oturtulur.  8 Ağustos 1930 tarihinde, sıcak bir yaz akşamında, Ulu Önder ve beraberindekilerin huzurunda; koca bina, tam 4,80 metre kaydırılır.  Ve o günden bu yana, bu köşk, “Yürüyen Köşk” olarak anılır.

*    *    *

Şu dersin, şu mesajın güzelliğine, muhteşemliğine bakar mısınız?

Ya şimdi?

İşte Kaz Dağları’nın, işte deniz, göl gören tepelerinin durumu.        

Ya şimdinin sözde liderlerinin, siyasilerin bunlar umurunda mı?

Çevre umurunda mı?

Eğitim umurunda mı?

Ülkenin birliği, dirliği umurunda mı?

Hey Ulu Tanrım!... Bir 1930’lu yıllarda yaşayan Atatürk kulunun güzelliğine ve asaletine bak; bir de bu çağda, bu teknolojide yaşayan kullarının rezilliğine, yedikleri herzelerin boyutlarına ve sonuçlarına bak!