Yıl 1975
Askerliğimi Erzincan 3. Ordu Komutanlığında yedek subay olarak yaptım.
Alay Komutanım Albay Avni Bahar, Bölük Komutanım Yaşar Bülent Esmer.
Mükemmel komutanlar, mükemmel büyüklerdi.
Çok şey öğrendim onlardan.
Mesafeli ama güzel bir bağ vardı aramızda.
Aramızdaki o mükemmel bağ hiç kopmadı.
Terhis olduktan sonra da hep aradım, sordum, izledim onları.
Özellikle Bölük Komutanım Yaşar Bülent Esmer’i…
Aşağıdaki yazıyı Bülent Komutanım göndermiş.
Çok beğendiğim için ben de sizlerle paylaşmak istedim.
* * *
Ülkenin densiz ve nankör tayfası, Ulu Önder’imizin ülkeyi içki sofrasından idare ettiği yönünde dedikodular yapar, iftiralar atar ya; işte o öğlen ya da akşam sofralarında nelerin konuşulduğunun, nelerin tartışıldığının; o sofralarda neler üretildiğinin örneğini yansıtan bir yazı…
Mahmut Sadi Irmak anlatıyor.
“…Atatürk’ün konuğu olarak davet edildiğimizi öğrendim.
Meğer o gece Atatürk’ün özel kimliğini de doya doya tadacakmışım. O vakit ben genç bir tıp doçenti idim. Neden çağrıldığımı hemen anladım.
Akşam Florya Köşkü'ne gittiğimizde bizi salona aldılar.
Sofra hazırdı.
Hepimiz yerlerimizi aldık.
Az sonra Atatürk uçarcasına girdi salona. Masa başındaki yerini aldı. Kendisini saygı ile selamladık.
Bazı sözcüklerin kökeni (etimoloji) tartışılacaktı.
Bana, ‘tahtaya kalkar mısınız’ dedi.
Kalktım.
‘Yaz lütfen…’ dedi. ‘Deniz, su, tuz... Batı dillerinde, bu üç sözcükten kaç tümce yapılabilir bakalım’ dedi.
Baktık, altı tümce yapılabiliyor.
‘Şimdi bir soru daha... Bu durum Türkçe'nin hayrına mıdır, şerrine midir?’
Bir an düşündüm, ‘bana bir ayırtı (nüans) varsıllığı gibi gelir’, dedim.
‘Evet amma’ dedi, ‘Bunun büyük bir sakıncası var. Bu ayırtı varsıllığı nedeniyle tümce içerisindeki sözcüklerin yeri oynak kalmadı mı?’
Ardından bir başka soruya geçti.
‘Niçin anlaşmaların özgün metni Fransızca yazılır?’
İtiraf ederim ki bunu hiç düşünmemiştim.
Olsa olsa Fransız üstünlük gücünün (hegemonya) bunda egemen olacağını söyledim.
‘Hayır!’ dedi. ‘Fransız dilinin bir özelliğidir bunu yapan. Fransızca ‘da tümceler içindeki sözcüklerin yeri sağlamdır. Öyle ki aradan elli yıl geçse de Fransızca bir metin, değişik bir anlama gelemez.’
Birdenbire ‘tonalite’ sözcüğü nereden geliyor diye sordu. Bazıları Fransızca olduğunu söyledi. Ata, özel kalem müdürüne bir işaret verdi. İki dakika sonra Fransızca etimoloji sözlüğü geldi. Bu sözlükte ton kelimesinin Latince’den Fransızca’ya geçtiği, oraya da Yunanca’dan aktarıldığı yazılıydı. Biraz sonra Yunanca lügati getirildi. Bu sözlükte ton kelimesinin bir Orta Asya dilinden geçmiş olması muhtemeldir, yazılıydı. Ata’nın gözlerine baktım. Kıvılcımlar daha da canlanmıştı. Az sonra Yakutça sözlüğünde “ton” sözcüğünün ses anlamında kullanıldığı ortaya çıktı.
Sonra terapi sözcüğünün aslını sordu. Artık dersimizi almıştık. Kökenini bilmiyoruz, dedik.
Yaverlerinden birisini çağırdı, bir emir verdi. Yarım saat içinde, uzun saçlı, sakallı bir Rum papazı getirildi. Yunanca ve Latinceyi çok iyi biliyordu Papaz.
Ona da terapi sözcüğünün kökenini sordu.
Papaz hiç çekinmeden “Aslı Yunanca'dır Paşam, hatta Tarabya kelimesi (terapeftiki) buradan gelir” dedi.
Ortaya yine Yunanca sözlük getirildi.
Orada terapi kelimesinin Yunan asıllı olmadığını ve başka bir dilden geçmiş olduğu yazılı idi.
Acaba hangi dilden geçmiş olabilirdi?
Ata içimizden birisine diri ve dirilik kelimelerinin eski Türk lehçelerinde nasıl söylendiğini sordu.
Bu kelimeler orada tiri, tirilme, tirilik olarak geçiyordu.
Atatürk'e göre terapi kelimesinin aslı işte bu tirilmeden geliyordu.
* * *
Dahası var bu yazının.
Köşe yazısı sınırlarını aşmamak için burada kestim.
Buradan, Ulu Önder’in, ülkeyi içki masalarından yönettiğini söyleyen densizlere sesleniyorum.
Ulu Önder ülkesini karanlıktan aydınlığa çıkarmak için, her bir saniyesini ülkesi için böyle değerlendiriyor, her bir ayrıntı üzerinde bu denli duruyordu.