Uzak denizlere açılacak olan Kaptan; sefere çıkmak için, tayfa arıyormuş.

Limanda bekleşen üç kişi gelmiş yanına...

Biri demiş ki; “Kaptan, ben dünyanın, uzağı en iyi gören adamıyım... Bu evrende, benden daha keskin gözlü biri yoktur...”

Diğeri; “En hassas kulak da bendedir...” demiş. “Evrenin en iyi duyan adamı benim!”

Kaptan şaşkın ama, duyduklarından son derece memnun, üçüncü kişiye dönmüş... “Peki senin?... Senin marifetin nedir?” diye sormuş...

Üçüncü kişi; “Benim, canım sıkılır Kaptan.” demiş.

“Nasıl yani?” diye sormuş Kaptan...

“Basbayağı işte...” demiş, adam... “Sıkılır! ... Canım sıkılır!”

Kaptan fena bozulmuş... “Bu ikisini işe alıyorum... ama sana, güle güle” demiş, canı sıkılan adama, kaptan...

Ama üç tayfa, çok yakın arkadaş oldukları için, işe kabul edilen ikisi Kaptana demişler ki; “... ya üçümüzü birden işe alırsın ya da hiçbirimizi... Anca beraber kanca beraber...”

Kaptanın vakti yok, bir an önce denize açılmak zorunda...  Çaresiz, “Hadi öyle olsun!” demiş gönülsüz... “Gelin bakalım...”

Gemi denize açılmış... Birkaç gün sonra da peş peşe   fırtınalar patlamış... Aylarca kara yüzü görmeden, yönlerini bilmeden, umutsuz bir şekilde ilerlemişler...

Bu karanlık günlerin birinde; iyi gören tayfa, elini gözlerine siper ederek ufku taramış Kaptan. Müjdemi isterim Kaptan! ...” diye bağırmış...  “Buraya yedi günlük mesafede, bir deniz feneri görüyorum... İçinde de tel gözlüklü, beyaz sakallı yaşlı bir fenerci var...”

İyi duyan tayfa elini kulağına atmış, dinlemiş, dinlemiş, sonra; “Evet Kaptan, arkadaşım doğru söylüyor...” demiş. “Yaşlı fenercinin, merdivenlerden inerken ayak seslerini duydum. Hatta tel gözlüğünü düşürdü de, ‘tık’ diye bir ses çıktı...”

Üçüncü tayfa, sıkıntıyla yüzünü gözünü ovuşturmuş...  “İşte Kaptan...” demiş. “Benim, bunlara canım sıkılıyor... Bunları söyleyenlere ve de bunları muhatap alıp, dinleyenlere...”

*    *    *

Cenabı Rabbim, bu yetenekten(!) bana da vermiş... Benim de canım sıkılır... Hem de, acayip sıkılır...

Son günlerde bu yeteneğimi(!); dizginleyemez, kontrol edemez oldum... Sürekli canım sıkılıyor...

Her gün en az üç gazete alıyorum... Bu gazetelerin köşe yazarlarını okumadan önce, haberleri tarıyorum... Koca koca siyasetçilerin, büyük büyük devlet adamlarının; mangalda kül bırakmayan fetvalarını, demeçlerini okuyorum...

Canım sıkılıyor...

Her şeyi bilen(!), her şeyden anlayan(!), her şeye çözüm bulan(!) muhterem ve muhteşem köşe yazarlarımızın, müthiş(!) yorumlarını, eşsiz(!) görüşlerini okuyorum... Yetmiyor; örütbağa (internete) girip, gözlerimin dayanabildiği kadar, diğer gazetelerin köşe yazılarını da okuyorum... Yine yetmiyor; akşamları elimde uzaktan kumanda, tüm TV kanallarını tarayıp, açık oturumları izliyorum...

Sonuç?...

Sonuçta; “... yahu bu kadar müthiş(!) beyinlerimiz, bu kadar büyük(!) ekonomistlerimiz, bu kadar deneyimli(!) maliyecilerimiz, bankacılarımız, bu kadar yetenekli(!) toplum mühendislerimiz varken; neden krizden krize sürükleniyoruz, neden krizlerden kurtulamıyoruz?” diye şaşıyorum(!)...

Canım sıkılıyor...

Eski cumhurbaşkanlarımız, eski başbakanlarımız, eski bakanlarımız, muhalefet partilerine mensup muhteşem(!) siyasilerimiz, yolsuzlukları, hırsızlıkları tescilli siyasetçi eskilerimiz; televizyonlarda, boy gösteriyor... Yedikleri bunca herzeye karşın; (utanmadan sıkılmadan) fetva üzerine fetva, demeç üzerine demeç veriyorlar...

Ülke sorunlarının çözümlerini, bildikleri havasını takınıp, (kendileri bile inanmadıkları halde) “tek ve kesin seçeneğin, kendileri olduğunu” ifade ediyorlar...

Canım sıkılıyor...

Canım sıkılıyor...

Ülkemizin en büyük futbol dehaları(!), en büyük teknik direktörleri(!), kondisyonerleri(!) taktik ustaları(!) muhterem ve muhteşem spor yorumcularımızın, eşsiz köşe yazılarından yamulduğum yetmiyor gibi, üstüne üstlük bir de bunların, televizyonlardaki açık oturumlarını izliyorum...

Canım sıkılıyor...

Bazen diyorum ki; “...Hey güzel Tanrı’m!... Hepsi birbirinden cevher(!) bu müthiş dehaların hepsini, neden sadece bizim toplumumuza bahşedip; Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız, İtalyan, Afgan, Papua Yenigine’li kullarını, bu dehalardan(!) yoksun bıraktın!?...

Bu ululardan ulu devlet(!) adamlarımızı; bu müthiş ekonomi ve siyaset bilimcilerimizi(!); ben merkezci, paranoyak, megaloman, narsist köşe yazarlarımızı(!) ne yapman gerektiği hususunu; Senin ilahi adaletine ve yüce takdirlerine bırakıyorum...

*    *    *

Anasını satayım... Bu Ülkede; herkes, her şeyi biliyor... Herkes, her şeyden anlıyor...  Dahi(!) kaynıyor bu memleket, dahi(!)...

Kum gibi dâhimiz(!) var, kum gibi...

Allah yokluklarını göstermesin(!), Allah onları başımızdan eksik etmesin(!), muhterem(!) ve muhteşem(!) dâhilerimiz(!); her konuda fetva verip, her şeye çözüm üretip, çözüm öneriyorlar...

Benim... benim, canım sıkılıyor... Sadece ve sadece canım sıkılıyor...

Biliyorum, yarın yine sabah olacak... Yine gazeteleri okuyup, yine televizyonları izleyeceğim... Gene canım sıkılacak... Çok canım sıkılacak, çookkk!...