Bugün, bir öykü anlatmak istiyorum sizlere...

Dostluk, arkadaşlık üzerine kısa bir öykü.

Arşivimi karıştırırken, buldum bu öyküyü... Kime ait olduğunu da bilmiyorum.

Hele siz bir okuyun... Diyeceklerimi daha sonra söyleyeceğim.

… …

Öykümüz Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir öykü ...

Savaşın iyice kızıştığı, en kanlı günlerden bir gün...  Taraflar; bulundukları mevkilerden, birbirlerine ölüm yağdırıyor.

O anda, Asker Jim; en iyi arkadaşı Hans’ın, az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü görüyor.

Bir şeyler yapmak istiyor ama, ateş yağmurundan; insanın başını bir saniye için bile siperin üzerine çıkarması, mümkün değil...

Oysa en iyi arkadaşı, can dostu Hans; gözlerinin önünde, kanlar içerisinde az ilerde yatıyor...

Asker Jim; şaşkınlık, çaresizlik içeresinde, acıyla kıvranıyor... Siperin içerisinde sürünerek, teğmeninin yanına gidiyor. “Komutanım, izin verin; fırlayıp, Hans’ı alıp geleyim n’olur!?...” diyor.

Teğmen; “...delirdin mi sen!” diye azarlıyor Jim’i... “Canını tehlikeye atmaya değer mi?... Baksana, arkadaşın kanlar içinde... delik deşik olmuş... büyük bir olasılıkla da ölmüştür. Senin de ölmene, izin veremem...”

Asker Jim, göz yaşları içerisinde yalvarıyor... “Lütfen komutanım... lütfen!... Yalvarırım...  Yalvarırım ...  Lütfen izin verin bana...”

Jim’in gözyaşlarına dayanamayan Teğmen; “peki!...” diyor, “peki... git o zaman, Allah’ın  cezası!...”

İnanılması güç bir mucize... Asker Jim; o ateş yağmuru altında, arkadaşına ulaşıyor, onu sırtına alıp, koşa koşa dönüyor. Birlikte, siperin içerisine yuvarlanıyorlar...

Teğmen; kanlar içerisindeki asker Hans’ı muayene edip, asker Jim’e dönüyor. “...Allah’ın cezası!... Ben sana söyledim mi?... Bu adam ölmüş işte...Canını boşu boşuna tehlikeye attın, değdi mi bu riske girmeye?” diye bağırıyor Jim’e...

“Değdi komutanım!... değdi...” diyor Jim, hıçkırıktan boğularak...

Çılgına dönen teğmen; “... nasıl değdi?!...” diye bağırıyor Jim’e...         “Baksana ölmüş bu adam, ölmüş!”

“Gene de değdi komutanım...” diyor. Asker Jim... Ve devam ediyor... “Yanına ulaştığımda, henüz sağdı... Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim için...”

Ve arkadaşı Hans’ın; son nefesini vermeden önceki, son sözlerini; hıçkırarak tekrarlıyor teğmenine...

 “Hans; ‘Geleceğini biliyordum Jim!...  Geleceğini biliyordum...’ dedi...”

 … …

 Öyküyü okudunuz...  Şimdi arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatıp, şöyle bir düşünün...

Sizce; böyle bir arkadaşlık, böyle bir dostluk, olabilir mi?

Sizin yaşamınızda veya yaşamınızın herhangi bir kesitinde; hiç böyle  bir arkadaşınız, oldu mu?

“Oldu...” diyorsanız;  “evet benim böyle bir arkadaşım; dün de vardı, bugün de var...” diyebiliyorsanız; siz, dünyanın en şanslı insanlarından birisiniz... Ne mutlu size...

??!!...

Benim mi?

Elbette var. Benim de var

Giderek azalarak da olsa elbet benim de var.

Yalnız şu gerçeği dillendirmeden de geçemeyeceğim.

O dostlar makam mevki sahibiyken çok daha fazla oluyor…

Sonra?

Sonra giderek yok oluyorlar.

Neşet Ertaş Usta ne güzel özetlemiş.

Sanırsın ki sevenim çok,

Arkadaşım çok, sırdaşım çok…

Sonra beklenmeyen bir şey olur.

Dönüp bir bakarsın ki ardına

Gölgenden başka kimsecikler yok arkanda