Ergene Nehri; Marmara Bölgesi'nin Karadeniz Istranca (Yıldız) Dağları'ndan doğarak Çorlu, Çerkezköy, Lüleburgaz, Babaeski, Pehlivanköy ile Uzunköprü'den geçtikten sonra, Meriç Nehri ile birleşerek Saros Körfezi'ne dökülmektedir.
Nehir deyince aklımıza, yer altında veya üstünde, yerin eğimi boyunca akan akarsular gelmekte. Ergene nehri ise Istranca (Yıldız) Dağları’ndan başlayarak, Saros Körfezi’ne kadar geçtiği yerlere hayat veriyordu. Dünya kurulalı beri ekolojik denge buna göre oluşmuştu. Ergene’nin geçtiği yerlerde ağaçlar yetişiyordu, nehir boyunca yeşillikler, kıvrıla kıvrıla uzayıp gidiyordu.
Çok değil 25-30 yıl evveline kadar Ergene’de insanlar balık avlıyorlardı. İnsanlar suda yüzebiliyordu. Kuşlar uçuşuyordu. Kuşlar nehre dalıp çıkıyor, su içiyordu, serçeler kanatlarını yıkıyordu, çırpınıyordu suyun içinde mutluluktan. Kurbağalar bağırıyordu vırak vırak. Ürkek tavşanlar, tilkiler, kurt, kuş dahası adını sayamadığım onlarca canlı su içiyordu Ergene’den. Bahar aylarında nehir boyunca, çiğdem, nergiz, papatya ve yüzlerce kır çiçeği birbirleri ile renk yarışı yapıyordu. Bu çiçeklerin güllerin kokusu birbirine karışıyordu. Serçeler, keklikler, bıldırcınlar, eşek arısından, bal arısına, kurbağalara kadar çıkardığı sesle, Ergene’nin çağlayıp akan suyunun sesi birbirine karışıyordu. Adeta bir müzikal senfoni oluşturuyordu. Renk renk kelebekler bu coşkudan geri kalmıyordu nehir boyunca.
Gençler sevgilisinin elinden tutup yürüyüşe çıkıyordu nehir boyunca. Oturup kenarına nazlı nazlı akışını izliyordu. Ergene Nehri’nin kenarında Papatya falı açıyorlardı birbirlerine, güneşin batışını izliyorlardı, altın bir kürenin, adeta nehre düştüğüne tanık oluyorlardı. Suyun durgun aktığı yerlerde ayna gibi saçlarını tarıyorlardı. Suretlerini seyrediyorlardı suda. Ne güzel söylemişti büyük ozan Nazım;
“Su başında durmuşuz, çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.
Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.
Suyun şavkı vuruyor bize, çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze.”
İste nazlı nazlı akan Ergene, böyle bir nehirdi. Geçtiği yol boyunca çevresine hayat veriyordu. Ergene havzasında çiftçi ürünün azamisini alabiliyordu. Verim vardı bolluk bereketti. Nehirler geçtiği yerlere zaten bolluk bereket götürür. Zenginlik götürür, dünyanın her yerinde bu böyledir. Yerleşim alanları nehirlere göre şekillenir. Ergene Nehri de böyleydi ve onun suyunda yetişen çeltiğin, kavunun, karpuzun domatesin, salatalığın lezzeti bir başkaydı. Köylü ürününü ergenenin suyunda yetişti diye tercihen ve övünerek gururla satardı.
Şimdi pazarda çeltik alırken müşteri soruyor, Ergene Nehri’nden sulandıysa almıyor. Artık Ergene’nin suyunda kavun, karpuz olmuyor. Kısacası Ergene havzasında hayat durdu. Ergene şimdi, su yerine zift akıyor. Ağır metaller tespit ediliyor ölçümlerde. Çevresinde lağım kokusundan yürüyemiyorsun, nehir lağım kokuyor, artık Ergene Nehri’nde yukarıda saydığımız güzellikten eser yok. Artık nehir değil büyük sanayi tesislerinin kanalizasyonu konumunda.
Peki bu güzelim nehre kim ya da kimler kıydı, yerelde ve genelde, açıkçası Ergene Nehri’nin katili kim ya da kimler? Kimler rant uğruna doğa katliamında lokomotif görevi görüyor? Bunları Kazdağları ve pekçok yazımızda anlattık. Doğal olarak iyiye ve kötüye herşeyin başında iktidar geliyor. Öncelikle sorunların çözümünde ilk beklenti de iktidardandır. Ancak kademe kedeme suç ortakları da vardır. Amacımız bağcıyı döğmek değil üzüm yemektir. Yani Ergene nehrinin temiz akmasını istiyoruz. Bu konuda katkısı olacak herkesten yardım bekliyoruz. Geçmişe takılıp kalırsak hiçbir şey çözemeyiz. Çözüm için herkes taşın altına elini sokmalı. Aksi durumda Ergene nehrinin zift akan karası bulaşır ilgilisinin yüzüne.. Sonraki yazımızda Ergene’nin sorunlarına devam edeceğiz.
Ergene Nehri, şimdi sanayi tesislerinin kanalizasyonu gibi