Bayramlarda geleneksel olarak ev ziyaretlerinde bayramlaştıktan sonra ev sahibi tarafından öncelikle şeker tutulur. Ben de yemek tabaklarından birine koyduğum şekeri “buyurun” diye sunuyorum öğrenci velime. O:

 “İstemez be hocam” diyor.

Şaşırmakla birlikte:

“Neden almıyorsun, buyrun” diyorum yeniden.

O mahcup biçimde boynunu büküyor.

“Sağ olun” diyor. “İstemez.”

Yine almıyor.

“Alın alın!” diyorum. “Bu adettendir. Sunulan şeker alınır.”

Benim bu ısrarım üzerine ezilip büzülüyor, sonra mahcup bir tavırla sırtındaki eskimiş, yamalıklı ceketinin dış cebini açarak:

“Madem çok ısrar ediyorsun, buraya koyun bari” diyor.

Hiç duraksamadan, bozuntuya vermeden ben de tabaktaki şekerin tamamını boşaltıyorum cebine.

“Çok sağ olun Hocam” diyor.

“Sen de sağ ol” diyorum.

Belli ki şimdiye dek böyle bir şeker sunumuyla karşılaşmamış. Ayıplamıyorum, görgüsüzlükle hiç suçlamıyorum bu öğrenci velimi. “Keşke” diyorum. “Olanaklarım elverse de, bu bayramda tüm yoksullara tabak tabak bayram şekeri dağıtabilsem.

SABUN YENİR Mİ?

Bu arada bir başka anımı daha anlatmak isterim.

Bir sabah sofra başındayım. Kahvaltımı yapıp okula gideceğim.  Soframda kahvaltılık olarak bir paket sanayağı var. O yıllar bazı evlerde yemeklerde kullanılan kağıt paketlerdeki sanayağı ile, iki kiloluk teneke kutularda satılan Vita yağını anımsıyorum. Sanayağı ekmeğe sürülerek de yenilebiliyor. Ben de onu yemeklerde kullanmadan çok, kahvaltılık olarak almışım. Yufka ekmeğime sürüyor ve çay eşliğinde yiyorum. Bu sırada odamın kapısı dövülüyor. Gelen birinci sınıf öğrencilerimden Fendiye Demirkazma adlı kız öğrencim.

“Buyur kızım” diyorum. Ama o hiçbir şey söylemeden gözünü soframa dikip, dikkatlice bakıyor.

“Bir şey mi diyeceksin?” sorusuna yanıt vermeden ve hiçbir şey söylemeden dönüp, kapıyı açarak ivediyle çıkıp gidiyor.  Ben de bir anlam veremiyorum onun bu davranışına. O gün Fendiye okula gelmiyor. Bir arkadaşı ekmek yaptıklarını, Fendiye’nin de küçük kardeşine baktığını söylüyor. Ardından da:

“Size izin almaya gelecekti, gelmedi mi öğretmenim? Diye soruyor.

“Geldi” diyorum sadece.

Her sabah okula ders zili çalmadan yarım saat önce giderim. Nöbetçi öğrencilerle birlikte sınıf sobasını yakarız. Çocuklar toplanıncaya kadar da sınıf biraz ılımış olur. Saat 9.00’da da ders zilini çaldırarak öğrencileri sınıfa alır ve derse başlarız.

O gün de “Günaydın çocuklar!” deyip sınıf yoklamasını yapıyorum. Gelmeyen dört hasta öğrencim var. Bakıyorum Fendiye gelmiş. Derse başlamak üzereyken ikinci sınıf öğrencileri arasında bir fısıldaşma, bir kaynaşma oluşuyor. Bana bir şey söyleyecekler ama kararsız davranıyorlar. Onların kendi aralarındaki kaynaşmasını görmezden, anlamazdan geliyorum; sormuyorum ne olduğunu. Nasılsa birisi çözülecek diye aldırmaz davranıyorum. Gözaltından da kolluyorum.

“Sen söyle, sen söyle!” fısıldaşmaları sürüyor. Sonra beklediğim oluyor. Kız öğrencilerimden Eser, parmak kaldırıyor:

“Söyle kızım” diyorum.

“Öğretmenim, Fendiye sizden yana bir şey dedi bize.”

“Hayrola? Ne dedi ki?”

“Öğretmenim sabun yiyordu” diyor.

“Ya! Ne zaman?”

“Dün sabah izin almak için odanıza gelmiş; o zaman görmüş. Ekmeğinize sabun sürüp yiyormuşsunuz. Sabun yenir mi öğretmenim?”

Anlamıştım durumu. Fendiye’nin niye öyle şaşkın şaşkın soframa bakıp, hiçbir şey söylemeden çıkıp gittiğinin gizi çözülmüştü sonunda. Garibim, o güne değin paket sanayağı görmediği için, sanayağını sabun sanmış meğerse.

Bakışlarımı çocukların üzerinde gezdirirken gülümsüyorum. “Sabun, elbette yenmez çocuklar. Sabun temizlikte, yani; el-yüz yıkamada, çamaşır yıkamada ve yıkanmada kullanılır.”

Bu kez Elif adlı öğrencim soruyor:

“Öyleyse sizin yediğiniz neydi öğretmenim?”

“Benim yediğim, paket yağ idi çocuklar. Ona sanayağı denir. Bakkallarda satılır. Onu ekmeğime sürerek yiyordum. Fendiye arkadaşınız bu yağı, daha önce hiç görmediği için, sabun sanmış. Şimdi anladınız mı konuyu?”

Hep birden yanıtlıyorlar.

“Anladık öğretmenim.”

Fendiye utanmış, başını öne eğmiş bakamıyordu yüzüme. Yanına varıp, saçını okşayarak:

“Bazen böyle yanılgılar olabilir. Bunda utanılacak bir şey yok.” Dedikten sonra, ardından da tüm sınıfa dönüyor ve soruyorum:

“Öyle değil mi çocuklar.”

Hep birlikte yanıtlıyorlar:

“Evet öğretmenim!”

“O zaman dersimize başlayabiliriz” diyorum.

(SÜRECEK)