Yavaş yavaş, tane tane konuşurdu Nurettin bey. Bu ona özgü bir konuşma biçimiydi.
“Az önce değirmene kadar inmişti. Siz buyurun odaya, ben gider haber veririm hemen,” dedi.
Merdivenleri inerek, seğirtti suyun kıyısına aşağı.
Caminin önünde oturanlardan Hımsı Hamit, köyün birinci üyesiydi muhtarın yanında. Elinde tespihi, omzuna attığı kartal kanadı ceketi, külhanbeylerine özgü davranışları ve yüz kiloluk bedeniyle kalktı yerinden. Yanı başındaki, kendisinden daha ufak tefek ve zayıf yapılı Cemek Osman’a da işaret etti. Birlikte yürüdüler Muhtarın odaya doğru.
“Bunlar,” dedi Hımsı Hamit. “Keşif için geldiler. “Dınılak bal gibi biliyor kendisi için gelindiğini de milletin ağzını yokluyor dürzü. Acaba biliyorlar mı yoksa bilmiyorlar mı diye.”
“Ne keşfi?” dedi Cemek Osman. “”Benim bir şeyden haberim yok.”
“Nereden olacak ki söylenmeyince” dedi Hımsı Hamit. “Bu Dınılak Hakkı dürzüsü, Karaçal’da beş dönümlük tarlasını on dönüm yapmış.”
“Nasıl yapmış ki?”
“Nasılı var mı? Beş dönüm de meradan sürmüş; olmuş sana on dönümlük tarla.”
“Allah Allah” dedi Cemek Osman. “Ulan ne gözü doymaz dürzüymüş bu!”
Odaya girip selamladılar: ardından hoş geliş edip, oturdular. Hımsı Hamit kendisini köy heyetinden birinci üye olarak tanıttı.
“Memnun oldum,” dedi Nurettin bey.
Nurettin Bey, daha önce de bazı nedenlerle köye birkaç kez gelip gittiğinden, köyün ileri gelenleri tarafından da tanınıyordu. Yaşı kırkın üstünde, saçları oldukça seyrelmiş; zayıf, ince yapılı olduğundan uzun boylu gösteren bir adamdı. Uzun yıllar Çıkrık Köyü Tarım Kredi Kooperatifi’nde görev yapmıştı. Oldukça yavaş konuşan, hoşsohbet birisiydi. Şimdi Özel İdare’de memurdu.
“Nasılsınız Nurettin Bey?” Hımsı Hamit.
“Sağ olasınız, iyiyiz .” dedi Nurettin bey. “Sizler nasılsınız bakalım?”
“Sağ olun beyim, salığınıza duacıyız” diye yanıtladı Hımsı Hamit.
“Boş versene sen yahu,” dedi Nurettin bey gülerek. “İşiniz, gücünüz kalmadı da sağlığımız için dua mı edeceksiniz?”
“Fena mı canım,” dedi yanındaki memur. “Beddua etmiyorlar ya, dua ediyorlar.”
“Şaka, şaka” dedi Nurettin bey. “Alınıp, gücenmeyesin ha!”
“Estağfurullah beyim,” dedi Hımsı Hamit. “Niye güceneyim ki? Şaka götürürüz biz. Everseniz bile darılmam.”
“Vay, vay, vay!” dedi Nurettin bey. “Şu uyanığa bakın yahu! Ulan ben bile darılmam, beni bir kez daha everseler.”
“Onu yengenin yanında söylesene beyim.”
Bu sırada muhtar Yamanoğlu Ahmet girdi kapıdan. Selam verdi, hoş geliş etti konuklarına.
“Yahu Muhtar,” dedi Nurettin bey. “Seni arayan nerede bulur?”
“Değirmene kadar inmiştim. Hele nasılsınız bakalım?”
“Sağ olasın Muhtar, iyiyiz. Sağlığına da duacıyız,” dedi. Peşinden hep birlikte güldüler.
Muhtar, yaşı ellilerde uzunca boylu, okkalı- kilolu, irikıyım, esmer birisiydi. Pala bıyıklarını kulaklarına doğru kıvırmıştı.
“Duacı olanlar sağ olsunlar beyim,” dedi.
“Ula muhtar,” dedi Nurettin bey. “Senin nasıl olduğunu sormaya gerek yok. Çünkü görülüyor. Maaşallah, gittikçe şişiyorsun. Yahu ne yeyip, içiyorsun ki, sana yarıyor böyle? Bize de desen ya.”
“Sırdır efendi, söylenmez.” dedi muhtar gülerek.
Yanındaki memur söze karıştı:
“Yahu muhtar,” dedi. “Nurettin beyin de bu sırra ne kadar ihtiyacı olduğunu görmüyor musun?”
“Doğru söylüyor” dedi Nurettin bey. “Görmüyor musun halimi, ahvalimi? Zayıflaya zayıflaya çiroz balığına dönüşümü. Şu sırrı desen de kurtulsak şu çirozluktan.”
“Benim sırrım size yaramaz beyim.” dedi muhtar. “Vazgeçin öğrenmekten. Bu sır sizi mevta yapar. Ardından da zamansızca posta olursun öte dünyaya.”
“Allah Allah!” dedi Nurettin bey. “Beni temelli merakta koydun be muhtar. Sana yarayan bu sır neden bana yaramıyor? Nedir bu sırrın sırı? Seni abat eden, neden beni berbat edermiş?”
Gevrek gevrek bir kahkaha savurdu muhtar.
“Hele birer sigara yakın da aklınız başınıza gelsin!” dedi muhtar. “Sigaranın birincisidir bu.”
(SÜRECEK)