Nurettin Bey de, yanındaki memur da sigara içiyorlardı. Birer sigara alıp yakarak, teşekkür ettiler.
Hımsı Hamit söze girerek:
“Muhtar doğru söylüyor beyim,” dedi. “O sırrı açık etse de, siz o sırrın gereğini yerine getiremezsiniz.”
“Nedenmiş o? “ dedi Nurettin bey. Söyleyin de bilelim.”
“Bedava söylenmez,” dedi Cemek Osman. İlk kez söze karışıyordu.
“Doğru,” dedi Hımsı Hamit. “Bedava olmaz bu iş.”
“Söyle o zaman Muhtar, ne istiyorsun?”
“Ben bir teklif sunuyorum,”dedi Cemek Osman.
“Söyle,” dediler.
“Muhtar kasabaya indiğinde bir kebap alacağı olsun sizden. Kabul ederseniz, o da sırrını açık etsin size.”
“Konuştuğunuz şeye bakın yahu,” dedi Nurettin bey. “Bir kebabın da adı mı olur? Helal olsun benden yana. Arkadaşlar da tanık olsun buna.”
“Bir kebaba söylenecek sır değil ama ne ise...”
“De be muhtar,” dedi öteki memur da. “Duasını alırsın. Cavratma arkadaşı.”
Muhtar yeni bir sigara yakmaya dururken:
“Beyim bir daha evlenin,” dedi.
“Anlamadım,” dedi Nurettin Bey.
“Anlamayacak bir şey yok,” dedi Hımsı Hamit. “Sır, iki evliliktir. Senin anlayacağın muhtar iki evlidir. Yengeler yarışa bakarlar muhtara.”
“Allah Allah!” dedi Nurettin Bey. “Desene onun için bakımlı ve tavlı bizim Muhtar.”
“Ne belledin ya?” diyerek güldüler onun şaşkınlığına.
“Git canım,” dedi Nurettin bey. “Yaramaz bize iki evlilik. Üstelik biz başımızdakinden bezginiz zaten. Bir ikincisi mezara sokar bizi.”
“Demedim mi beyim? Dedi Muhtar. “Bizim sırrımız seni mevta eder diye.”
“Yaman adamsın be muhtar.” dedi Nurettin bey.
“Ne belledin ya, ”dedi Cemek Osman. “Onlara boşuna Yamanoğulları dememişler ya.”
“Ulan sizden korkmayan taş kesilir.” dedi Nurettin bey.
Bu sırada bekçi Mustafa geldi. Hoşgeliş etti konuklara.
Muhtar:
“Dınılak Hakkı, caminin önünde bekleyecekti. Bak da ayrılmasın bir yere. Keşfe gideceğiz. Haberi vardı zaten.”
“Olur, ağam,” dedi bekçi Mustafa. Odadan çıktı.
“Dınılak Hakkı dediğin mera süren Hakkı Hakyemez mi?” diye sordu Nurettin bey.
“İyi bildin” dedi Muhtar. “Ta kendisi...”
“Ula muhtar” dedi Nurettin Bey gülerek. Sizin hakyemeziniz mera sürerse, hakyiyeniniz ne yapar kim bilir?”
“Onu artık siz hesaplayın beyim,” dedi Muhtar.
Hımsı Hamit.
“Bir de caminin önünde haberi yokmuş ayaklarına yatmaz mı? Acaba niye geldiler diye, millete sormaz mı?” dedi.
“Demek mera sürmüş ha,”dedi Cemek Osman.
“Evet,” dedi Muhtar. “Onun bunun sınırını geçtiği yetmiyormuş gibi bu kez de, Karaçal’da meradan epey yer katmış tarlasına. Şimdi keşif için dağa gideceğiz.”
Bu sırada çocuklar çay, çökelek, soğan, yumurta ve bazlama getirdiler. Aynı anda bekçi de geldi.
“Tamam, ağam, bekliyor sizi,” dedi Bekçi Mustafa.
“Beklesin bakalım” dediler.
Bekçi Mustafa’yla Muhtarın oğlu masayı çekip sofrayı kurmaya durdular.
“Ula zahmet ettin Muhtar,” dedi Nurettin bey.
“Zahmeti mi olur canım,” dedi Muhtar. “Görevimiz bu. Yemeğimizi yiyelim de, işimize bakalım. Sizleri de geç bırakmayalım.”
Cemek Osman’sa:
“Gözü delikte ışımayınca akıllanmaz böyleleri,” dedi.
“Demesi kolay da,” dedi Muhtar. “Ötesi zor. Şurada otuz evlik köyde hep yüz yüze, bakıyoruz.”
“Sanırsın ki dokuz çocukla bir mağarada kalmış densiz herif,” dedi Hımsı Hamit “Hakkı Hakyemez deyince herkes onu, hak hukuk gözetir, dürüst bir insan olarak sanıyor dışarıda.”
“Doğru,” dedi Cemek Osman. “Bir karı bir kocasınız be adam! Dokuz çocukla bir mağarada mı kaldınız sanki?” Ya da öte dünyaya mı götüreceksin kazancını?”
“Öyle ya,” dedi Nurettin bey. “Kefenin cebiyle, tabutun da kasasının olmadığını öğrenememişler bazıları hala.”
“Öğrenememişler” dedi Muhtar.
Sofra serilmişti.
“Hadi buyurun, dedi Muhtar. “Yemeğimizi yiyelim de bakalım işimize.”
“Bakalım” dedi Nurettin Bey.
Çevrelendiler hep birlikte masaya.