Ağabeyim geçirdiği bu tehlikeye karşın, nasıl da bu denli soğukkanlı olabiliyordu. Duygu sarkacımız ağlamakla gülmek arasında salınıp duruyordu.

Kısacası, yaşananlar tam anlamıyla trajikomik bir olaydı. Yani hem ağlanacak, hem de gülünecek türdendi.

 Annemle yengem dövünüyor, babamsa köpürüyordu.

Hep birlikte koşup vardık ceviz ağacının yanına.

Annem dizlerine vura vura:

“Bir verdiğimiz karşı geldi uşaaak! Korudu Mehmet’imi!” derken;

Babam öfkeliydi.

“Şu işe bakın yahu! Verilmiş sadakamız varmış!” diyordu.

Annem:

“Anan kurbanlar olsun sana yavruuum! Bir şeyin yok ya?” diye soruyordu.

“Hiçbir şeyim yok!” diyordu ağabeyim. “Sapasağlamım! Büyütmeyin olayı”

Hepimiz de yaşadığımız dehşetin etkisindeydik hala.

Annem ileniyordu:

“Zıkkım olaydı ağacı da cevizi de! Az kalsın oğlumun başını yiyecekti!”

Bense boğazıma bir şeyler tıkanmış, ağlamak istiyor, ağlayamıyordum. Ağlasam belki boşalacak, rahatlayacaktım.

Babamsa bir türlü sakinleşemiyordu.

“Şu işe bakın yahu!” diyordu. “Aklımıza gelen başımıza geliyor. Oysaki kaç kez dikkatli olun uyarısı yapmıştım!”

Annem:

“Gece kötü kötü düşler görmüştüm zaten! Demek ki buna işaretmiş!”

Yengem:

“Büyük gadası savuldu Mehmet’in. “

Amcam:

“Görüp göreceği bu olsun yeğenimin!” diyordu.

 Ağabeyim:

“Dalın dip kısmı çürükmüş. Ondan kırılmış. Yoksa ben, her zaman dikkatliyimdir.  Dikkatli olmasam kesin düşerdim. Bakın dala!...”

Üzerinde bulunduğu sağlam dala sıkıca tutunarak kırık dalı aşağıya itekledi.  Kırık dal altındaki dalları hışırtıyla sıyırarak; dalları ve yapraklarıyla “şırak” diye kucakladı  toprağı. Ortalığı toza dumana buladı.

Dalı birlikte tutup gerilere çektik. Gerçekten de dalın kırılan yerinin iç kısmı çürükmüş.

Annemin deyimiyle, “bir verdiğimiz karşı gelmiş,”  korktuğumuza uğramamıştık.

Tadımız kaçmıştı iyice. Gönülsüz gönülsüz işimize döndük. Biz bitirmek üzereydik topladığımız cevizleri. Onlarsa, iyice azaltmışlardı çırpılacakları.

Amcamla ağabeyim yeniden başladılar sırık sallamaya. Dallara ve cevizlere çarpan sırıkların “şırak, şırak”  sesleri sürerken, dolu taneleri gibi dökülen cevizler uyum içinde dans ediyorlardı  toprakta.

Bu arada bir türkü yankılanmaya başlamıştı komşu bahçelerden. Sesi tanımakta zorluk çekmedik.  Kara Musa’nın Kadir’di bu. Sesi güzeldi. Kışa doğru askere gideceklerdendi. Bu türküyü radyoda  Muzaffer Akgün söylüyordu daha çok.

“Ceviz oynamaya geldin odama.

Nişanlın da bu mu derler adama.

Dayanamam senin kara sevdana...  amman.

Aman aman olmuyor,

Eş eşini bulmuyor,

..................”

Türkü böyle sürüp gidiyordu.

Kadir ağabeyin türküsü bizleri az önceki o tatsız havadan uzaklaştırmıştı.

Ağabeyim gerçekten büyük bir tehlike atlatmıştı.  O tatsız olayın yine de bizi güldüren bir yanı vardı. O da, ağabeyimin kırılan dalla birlikte, bir aşağıdaki dalın üzerine düşüp orada kaldığında, kaçan kadının ardından:  

“Korkma teyze, korkma! İnmekten vazgeçtim. Gel de kendin al cevizini!” diyerek, düşmekten kıl payı kurtulmasının sevincini tatlı bir espriye dönüştürmesiydi.

(BİTTİ)