Dün Atatürk’ün ölümünün 87’nci yıldönümü idi. Ülke genelinde büyük törenlerle anıldı. Akın akın Anıtkabir’e gidildi.
Ve de Osmanlı’nın kalıntılarından bağımsız milli bir devlet kuran, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen bu ülkenin kurucusuna saygılar ve sevgiler sunuldu.
Elbette böyle bir günde, yani özellikle ulusal heyecanın yükseldiği böyle bir günde 10 Kasım’lar:
-Yeni bir ulusal dayanışmanın günü olmalıdır.
-Kin ve öfkenin eritildiği gün olmalıdır.
-Ötekileştirmenin yok edildiği gün olmalıdır.
Ama olmuyor, olamıyor!
İşte bu nedenlerle 10 Kasım, bir anma günü ve bir saygı günü olduğu gibi, bir muhasebe günü de olmalıdır. Gereğinde de bir hesap verme günü olmalıdır.
***
Çünkü o, tarihsel süreci doğru okumuştu.
Zamana ve mekâna göre doğru adım atmıştı. Doğru karar vermiş, yapacağını doğru yapmış, söyleyeceğini doğru söylemiş ve kurduğu Cumhuriyeti bu topluma emanet etmişti.
Ve de:
“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” demişti.
“Okuyan, yazan; soran-sorgulayan bir nesil” demişti.
“Gerçeği konuşmaktan korkmayınız” demişti.
“Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” demişti.
“Düşünceler zorla, şiddetle, topla, tüfekle öldürülemez” demişti.
“Yurtta Barış, Dünyada Barış” demişti.
İşte onun bu kavgası ve tüm düşünceleri “Atatürkçülük” adıyla, ya da ideolojik bir ifade olarak “Kemalizm” adıyla bu ülkenin kurucu ideolojisi oldu.
Ve de özünde “Kuvay-ı Milliye” ruhunu taşıyan, “Batılılaşma” formatıyla bu toplumun kimliğini dokuyan bir ideolojiye dönüştü.
***
Peki, bu ideolojik çizginin gösterdiği hedefe ulaşıldı mı? Ne yazık ki, ulaşılamadı.
Çünkü o, “Korku üzerine egemenlik kurulamaz” demişti.
Demişti ama bu ülke, yıllarca korku üzerine inşa edildi. Darbelerle terbiye edilir oldu, baskılarla susturuldu.
Ve de cezaevleri, karakollar, mahkemeler düşünenlerin terbiye edildiği (!) mekânlar oldu.
O, “Tam bağımsızlık, elbette siyasi, mali, iktisadi, askeri, adli, kültürel, vs. her alanda tam bağımsızlık, tam serbestliktir” demişti.
Demişti ama ordusu NATO'ya bağlı, siyaseti ABD'ye bağlı, ekonomisi “Küresel Sermaye”ye bağlı bir ülke olundu.
Çünkü bu ülkede:
-Atatürk adına darbe yapanlar Atatürkçü oldu!
-Darbecileri alkışlayanlar, çiçeklerle kutlayanlar Atatürkçü oldu!
-Emperyalizmin misyonerliğini yapanlar Atatürkçü oldu!
-Atatürk’ün kapattığı “Mason Locaları”nın açılmasına izin verenler Atatürkçü oldu!
-Ve bu ülkede, Cumhuriyeti tahrip edenler de Atatürkçü oldu!
Ve de:
-Bu ülkeyi Amerikan ve NATO üsleriyle dolduranlar Atatürkçü oldu!
-Bu üslere “hayır” diyenlere, “tam bağımsızlık” diyenlere “vatan haini” diyenler Atatürkçü oldu!
-Emperyalizme karşı kurucu değerleri ayağa kaldırmak için, Samsun’dan Ankara’ya “Mustafa Kemal Yürüyüşü” yapanları asanlar da Atatürkçü oldu!
***
Elbette bu ülkede bir de gerçek Atatürkçüler vardır.
-“Amerikan ve NATO üslerine hayır” diyendir bunlar.
-“Emperyal sömürüye hayır” diyendir bunlar.
-“Tam bağımsız Türkiye” diyendir bunlar.
-Ülkenin yer altı, yer üstü kaynaklarına sahip çıkandır bunlar.
-Aklın ve bilimin rehber edildiği laik bir Türkiye'nin kavgasını verendir bunlar.
-Ve de demokratik hak ve özgürlükler için bedel ödeyen, yani sözde değil, özde bir kavgayı verendir bunlar.
***
Ama bu ülkede onu “tabu” yapanlar da oldu, ona “deccal” diyenler de.
Oysa ki o, hem kendisini “inkâr” edenlere, hem “tabu” yapanlara hem de “sığınak” olarak kullananlara, ölmeden önce diyeceğini demişti.
“Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişmesini inkâr etmek olur” demişti.
Ve de yol gösterici olan böyle evrensel bir sözle bu Cumhuriyeti bizlere emanet etmişti.