Soğuk ve yağmurlu bir sonbahar günüydü. Eşini işe gönderdikten sonra, bir yandan TV’deki sunucunun öfkeli konuşmasını dinlerken, bir yandan da mutfağı toparlamaya çalışıyordu. Zilin sesini duyunca, aceleyle elini kurulayıp kapıya koştu. “Bu saatte kim olabilir ki?” diye düşünerek açtığında, karşısında çok eski giysileriyle biri erkek biri kız iki çocuk vardı. Erkek olanı, ellerini önünde birleştirip saygılı bir ifadeyle;

-“Eski gazeteniz var mı teyze? Varsa bize verebilir misiniz?” diye sordu.

Tam, “yok” deyip başından savmaya çalışacakken, gözü çocukların ayaklarına ilişti. Şu yağmurlu ve soğuk günde her ikisi de sandalet giyiyordu ve ayakları su içindeydi. İçi ezilerek kendini bir şeyler yapmak zorunda hissetti ve;

-“İçeri girin de, ben gazeteleri hazırlarken, siz de birer fincan süt için.” dedi.

Hiç konuşmadan sandaletlerini çıkarıp içeri girdiler. Önünde yürürlerken, ıslak ve biraz da çamurlu çoraplarından halıda ayak izleri kalıyordu. Her ikisi de koltuklara kısa bir göz attıktan sonra, kendilerini onlara uygun görmemiş olacaklar ki, mutfak masasının sandalyelerine yöneldiler. O da kalorifer peteğine en yakın iki sandalyeyi işaret ederek daha sıcak yerlere oturmalarını istedi.  Gösterdiği yerlere gidip sessizce oturdular.

Onlara bakarken, geri göndermeyip içeri aldığı için kendisiyle gurur duyuyor ve “daha başka ne yapabilirim?” diye düşünüyordu. Sütün yanında tabaklarına biraz da kurabiye koyarak önlerine getirdi. Böylece dışarıdaki soğuğu belki unutturabilir, o minik ayakları biraz olsun ısıtabilirdi.

Çocuklar iştahla sütlerini içip kurabiye yerken, karşılarına oturmuş, onları izliyor ve merakını giderip bilgilenmek için bir sürü soru hazırlıyordu. Öyle ya; “Nerede oturuyorlardı? Aileleri kaç kişiydi? Baba hangi işi yapıyordu? Okula gidiyorlar mıydı?”, vb.

Tam bunları sormaya hazırlanırken, küçük kızın elindeki boş fincana dikkatlice baktığını fark etti. Sonra da başını kaldırıp ona doğru kaçamak bir bakış attıktan sonra yumuşacık bir ses tonuyla; -“Siz zengin misiniz?” diye sordu.

Zengin mi..? O güne kadar böyle bir şeyi düşünmek aklından bile geçmemişti. Hazırlıksız yakalanmışlığın verdiği biraz panik ve telaşla;

-“Yo, hayır, zengin değiliz!” diye yanıtlarken, sanki buna kanıt gösterircesine gözleri ayağındaki eski terliklere kaydı.

Küçük kız ise, elindeki fincanı tabağına yerleştirip ona doğru uzatarak;

-“Ama sizin fincanlarınız, tabaklarıyla aynı ve takım.” dedi.

Sesindeki açlık duygusu, kesinlikle karın açlığına benzemiyordu; çok farklı, sanki içinde özlem kırıntıları da taşıyan bir duyguydu bu. Ne cevap vereceğini bilemeden donup kalmıştı. Sırf bir şeyler yaparak kendini şoktan kurtarmak için yerinden kalkıp eski gazeteleri koyduğu dolaba gitti ve bir poşete doldurup ellerine tutuşturdu. Geldikleri gibi sessizce kalkıp yine halıda izler bırakarak kapıya yöneldiler. Sonra da ıslak ve çamurlu sandaletlerini giyip sokağın soğuk ve yağışlı havasına daldılar.

Kadın, bir süre kapıdan ayrılmayıp arkalarından bakmayı sürdürdü. Sonra da pencereye dolanıp onların sokakta el ele gözden kaybolmalarını izledi. Teşekkür bile etmemişlerdi ama buna zaten hiç de gerek yoktu. Çünkü teşekkür etmekten çok daha öte bir şey yapmışlar, ona ne kadar zengin olduğunu göstermişlerdi. Öyle ya, düz mavi fincanları ile fincan tabakları takımdı. Hatta hiç tanımadığı iki çocuğa ikram edecek sütü ve kurabiyeleri bile vardı. Kahvaltıda yedikleri patatesten artanın tadına baktı, hala sıcacıktı. Başlarını sokacak bir evleri, bir eşi ve eşinin de bir işi vardı. Ayrıca da tüm bunlar fincanlar ve tabakları gibi birbirleriyle uyum içindeydi.

Gözü, çocukların ayaklarından bulaşan ıslaklıkla çamur izlerine takıldı. Halının üzerinde durmaya devam eden o izleri silmeyi hiç düşünmüyordu. Sanki sildiğinde ne kadar zengin olduğunu unutuverecekmiş gibi bir duygu vardı içinde.

Zenginlik, güzel şeydi..!

DÜŞÜNEN SÖZLER:

•Nelere ihtiyaç duyduklarınız, ne kadar zengin olduğunuzu gösterir. A. Ş. İZGÖREN

•Ben ölünce bir elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki padişah olan Süleyman bu dünyadan eli boş gitmiştir. K. S. SÜLEYMAN

•Sahip olduğundan fazla bir şey istemeyen insan zengindir. CİCERO

•Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır. MEVLANA

•Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan.  Y. EMRE

•Yoksulluğun nedeni yokluk değil, paylaşmayı unutan insanlıktır. ANONİM

•Fakire yardım eden, Tanrı’ya borç vermiş gibidir. A. VİGNY

•İhtiyacınız kadarına sahip olduğunuzu anladığınızda zenginsiniz demektir. L. TZU

•Yoksulluğu bitirmek hayır işi değil adalettir. N. MANDELLA