İnsanoğlu, canlı ve cansız varlığa anlam vermekte usta bir yaratık.
Güne, tarihe, rakama, aya, hayvana, görülmeyen mahlûkata, renge, hatta havaya bile anlam yüklemeden duramıyoruz. Korktuğumuz şeyleri “uğursuz”, işimize yarayanları “mukaddes” ilan ediyoruz.
Ama bazen verdiğimiz anlamlar, farkında olsak da olmasak da, kendi karanlığımızın aynası oluyor.
Tıpkı “Kara Cuma”da olduğu gibi…

Biz Müslümanlar için cuma; bereketin, duanın, içsel arınmanın günüdür. Haftanın ruhudur, aynasıdır, kalbidir.
Ama Batı’nın elinde bu anlam, kötü bir reklam kampanyasına; bir tüketim ayinine, çılgınlığına dönüştü.
Ve adına, her nedense, “kara” dediler.
Kendi yüzlerinin, kalplerinin karalığına bakmadan hem de…
Başkalarına kara çalmaya çalıştılar ve de başardılar, diyeceğim maalesef.

Aslında o “kara”, günün değil, Avrupa insanının içindeki karanlığın rengidir.
Peki “Kara Cuma” deyimi nasıl ortaya çıktı?

1960’ların Amerika’sında, insanların her yıl kasımın dördüncü perşembesinde kutlanan Şükran Günü’nden sonraki ilk cuma günü başlayan ve Noel alışveriş sezonunun resmi başlangıcı kabul edilen küresel bir indirim etkinliğidir. “Black Friday” terimi, 1960’larda Philadelphia’da alışveriş nedeniyle oluşan izdiham, yoğun trafik ve kaostan alınmıştır. Alışveriş merkezlerinde yaşanan izdihamlarla anılırdı. Polisler, sağlıkçılar, satış personeli ve halka hizmet etmesi gereken herkes yorgun ve bitkin düşerdi. Gazeteler ertesi gün “Bugün tam bir felaket!”, yani “Black Friday” diyerek başlık atarlardı.

Böylelikle “Cuma” oldu “Kara Cuma”.
İsmini başlangıçta olumsuz bir anlam taşısa da zamanla mağazaların rekor satışlar yaptığı ve bilançolarının “kırmızıdan (zarardan) siyaha (kâra)” döndüğü günü simgeleyerek olumlu bir anlama kavuşmuştur.

Sonrasında yavaş yavaş Amerikan eyaletlerinden tüm dünyaya yayılmıştır. 2011 yılında, indirim döneminde alışveriş merkezleri bir önceki perşembe gecesinden açılmaya başlamıştır. Haliyle gece 24.00’te başlayan alışveriş yarışı “Kara Cuma” adının perçinlenmesine destek olmuştur.
1980’lere kadar Amerika Birleşik Devletleri’nin bazı eyaletlerinde karşımıza çıkan bu indirim uygulaması, 2000’lerde tüm dünya mağazalarında görülmeye başlamıştır. 2010’lu yıllarda online alışverişin yaygınlaşmasıyla birlikte, mağazalardaki rekabet dijital dünyaya taşınmıştır. Online alışveriş sektöründe de, ülkemiz dâhil, tüm dünyada en az mağaza kampanyaları kadar rağbet gören bir alışveriş dönemine dönüşmüştür.

Aslına bakacak olursak, “Black Friday” terimi ilk olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında Amerika Birleşik Devletleri’nde kullanılmıştır. 1869 yılında Jay Gould ve James Fisk adındaki iki yatırımcının altın piyasası üzerindeki manipülasyonu (hileli yönlendirme) çöküşe neden olmuştur. Birçok küçük yatırımcının iflasıyla sonuçlanan bu manipülasyon, altın piyasasının bu kara gününü takvimlere işaretlemiştir.
Sonra kapitalizm ya da “yeni dünya”, bu alışveriş çılgınlığını —yani felaketi— fırsata çevirmiştir.
“Kara Cuma” sloganını kullanmaya başlamışlardır.
“Zararı kırmızıyla, kârı siyahla yazarız,” demişler.
“O hâlde bu gün kazancın günü olsun.”
Ve “kara”, ticaretin dilinde paranın rengine bürünmüştür.

Amerika’da başlayan bu çılgınlık, bütün ülkelere yayılmaya başladı ve Türkiye’ye de yetişti.
Türk esnafı, Cuma’nın karalığına bakmadan, sevdiği bu günü hiç kaçırır mı?
Paranın olduğu yerde, Cuma’nın “Kara Cuma” olması önem arz etmemekte…

Bugün dünyanın neresi olursa olsun “Kara Cuma” denince aklımıza olması muhtemel olmayan indirimler, kavgalar, izdihamlar, kuyruklar, tıklım tıklım mağazalar geliyor:
Sabahın köründe AVM kapısında bekleyen kalabalıklar…
Tükenmeden almak için birbirini ezen insanlar…
Sosyal medyada “Son fırsat, son 3 gün!” diye bağıran kampanyalar…
“Zararına satışlar!”
“%80 indirim!”
“Kapanın elinde kalıyor!”
“Patron çıldırdı!”
gibi akla mantığa sığmayan afişler…

Soruyorum:
Gerçekten indirim mi yapılıyor, aklımızla mı dalga geçiliyor, yoksa aklımız mı indirime uğruyor?
“İhtiyacım yok ama fiyatı çok uygundu.”
“Bir gün lazım olur.”
Diyen milyonlar, çağımızın trajikomik fotoğrafı…

Tüketim, ihtiyacın önüne geçti.
Artık kimse “Lazım mı?” demiyor, sadece “Ucuz mu?” diye soruyor.
Cuma’nın ruhuyla “Kara Cuma”nın yan yana gelişi, modern insanın bölünmüşlüğünü özetliyor.
Yani paranın olduğu yerde “anlam” ve “anlamsızlık”; “Cuma” ve “Kara Cuma” aynı anlama gelmekte.

Böylelikle, her durumda bizimle dalga geçen ve manevi değerlerimizi açlığımızla zedelemeye çalışan Hristiyanlar bunu da başarıyorlar.
Tıpkı Kemal Sunal filmlerinde “Şaban”, “Recep”, “Ramazan” gibi manevi isimleri filmlerdeki saf (?) kişilere vermeleri gibi…

Zamanla bu “Kara Cuma” oyunu, duyarlı esnaf tarafından fark edilerek Türkiye’de “Efsane Cuma”, “Şahane Cuma” gibi isimlerle yumuşatılmaya çalışıldı.
Ama burada mesele isim değil; içimizdeki niyet karardı.
Çünkü mesele satış değil, mesele indirim değil; indirilen insanlık.

Türkiye ve Müslümanlar olarak bu günü geri almalıyız.
“Kara Cuma” ismini belki “Paylaşma Günü” yapmalıyız.
Tarihini de aralık ayının ilk cumasına çekmeliyiz.
Bir gün boyunca alışveriş yaparak değil, aldıklarımızı yardımlaşmaya ayırarak değerlendirebiliriz.
Sepetimizi sanal mağazalarda değil, bir ihtiyaç sahibinin sofrasında doldurabiliriz.
Bir çocuk kitabı, bir gıda kolisi, bir tebessüm…
Hepsi birer “gerçek indirim” olurdu: egodan, hırstan, bencillikten uzak.
O zaman cuma, yeniden nur olurdu.
Ve biz, indirimle değil, insanlıkla yükselen insanlar olurduk.