Deve kervanı bir kez de bizim köye uğramıştı birkaç yıl önce. Şaşıra kalmıştık o uzun boyunlu, hörgüçlü hayvanları görünce. Boyları da çok yüksekti. Sahibi, “Ih” deyince deve çöküyor, ondan sonra sırtına sarılmış yükleri çözülüp, indiriliyordu. Ya da sırtına yükünü sarmak için, deve yine ıhtırılıyordu. Boyu çok yüksek olduğu için, hayvan ayaktayken sırtına yetişemiyordu insanların boyu. Develer uzun boyları ve boyunları sayesinde dutların dallarında yaprak koymamış, haşırt huşurt yemişlerde hep.

İşte bu yoldan yedeğinde eşeği, eşeğinin üzerinde küçük bir kız çocuğuyla bir kadın saptı tarlaya. Ceviz ağacına, yani amcamla ağabeyime doğru yönlendi. Yönüm aşağıya, yani o yana dönük olduğu için, dikkatimi çekmişti. İşime ara vermiş, merakla bu kadını izlemeye koyulmuştum. Kadın eşeğiyle çocuğu tarlada bırakıp, ceviz ağacından yana yürüdü.  Bizim köylü değildi, yabancıydı. Komşu köylere, Üçköy’e ya da Örencik’e gidiyor olmalıydı.

Ceviz ağacının yanına varınca seslendi ağabeyime:

“Yavruuum!” dedi yalvarırcasına. “Torunum için biraz ceviz verir misin?”

Ağabeyim cevizin doruğundan:

“Tabi teyze, “ dedi. “İstediğin kadar al. Helal olsun.”

Kadın kendine acındırır bir ses tonuyla yeniden:

“Ben nasıl alayım yavrum!” dedi.

Annemlerin de dikkatini çekmiş olmalı ki, ceviz toplamayı bırakmış onlar da izlemeye koyulmuşlardı kadını.

Yeniden sesini duyduk ağabeyimin.

“Ne demek nasıl alayım teyze? Al dedik ya işte!”

Kadın yeniden:

“Ben alamam ki yavrum. Sen verirsen alırım!”

“Şimdi ceviz vermek için ağaçtan aşağıya mı ineyim bre teyze?” dedi ağabeyim. “Al hadi, çekinme!..”

Gerideki daldan amcamın önce kahkahası, ardından da sesi duyuldu:

“İn de sen ver bari Mehmet !”

Ağabeyim,  kadından yana yere koşut olarak uzanmış yüksekçe bir dalın üzerindeydi. Kendisini rahatlıkla seçebiliyorduk.

“Anlaşıldı teyze,” dedi ağabeyim. “İlla beni aşağıya yoracaksın. İneyim de vereyim bari.”

Ağabeyim böyle dedi demesine de, birden kanımızı donduran bir çatırdama duyuldu.

Aman Allah’ım!.. Ağabeyim üzerinde bulunduğu dalla birlikte aşağıya düşüyordu. Onun dalı kırılmıştı. Soluklarımızı tutmuş, dehşet içindeydik.

Annemin, yengemin çığlıkları; babamın amcamın bağırtılı uyarıları birbirine karışmıştı.

“Aman, dikkat et Mehmet!..”

Her şey birkaç saniye içinde olup bitmişti. Yüreğimiz ağzımıza gelmişti ama ağabeyim düşmemişti. Üzerinde bulunduğu dalla birlikte, alttaki daha iri bir dalın üzerine yumuşak bir iniş yapmıştı. Dallarla birlikte birkaç kez yaylandıktan sonra kalakalmıştı öylece. Sanki gizli bir el, dalıyla birlikte ağabeyimi tutmuş, düşmesini önlemişti.

Olay çok kısa bir  süre içinde olup bitmişti. Dehşet dolu saniyelerin ardından, ağabeyimin düşmekten kıl payı kurtulması, çok farklı bir sevinçti bizler için. Bu değin kısa bir sürede iki karşıt duyguyu yaşamak oldukça sarsıcı ve sersemleticiydi. Bir an için yaşadıklarımızın düş mü, gerçek mi olduğunu kestirememiştik.

Ceviz isteyen kadının durumu ise görülmeye değerdi. Ağabeyimin: “İneyim de ben vereyim,” demesinden sonra kırılan dalla birlikte üzerine doğru inmesi, onu çok korkutmuş olmalıydı. Geriye dönerek, “Amanıııın!” diye çığlık atarak öyle bir kaçışı vardı ki kadının.

Ağabeyimse,  yaşadığı bu tehlikeyi hafife alırcasına:

“Korkma teyze, korkma! İnmekten vazgeçtim! Dön de kendin al cevizi!” demez mi?

(SÜRECEK)