Güldüm amcamın sözlerine. “Ceviz çağırıyor, beni de çırpın” diyormuş.

Babam:

“Siz aşağıdaki cevizi çırpıp bitirinceye kadar, biz de burayı bitiririz” dedi.

“Bitiririz “ dedi annemle yengem.

Amcam:

“Hayırlısı ile biz de bitiririz” dedi.

Amcamla ağabeyim sırıkları alıp yollanırlarken babam:

“Aman dikkatli olun!” dedi. “Göreyim sizi. İyi tutunun, sağlam basın dallara!”

“Merak etme Arif ağabey!”  dedi amcam.

Daha toplanacak çok ceviz vardı.

“Allah bereket versin!” dedi babam. “İyi ceviz  var bu yıl!”

Annem:

“Geçen yıl dolu vurduysa da, bu yıl fazlasıyla oldu,” dedi.

“Allah ağız tadıyla yemek nasip etsin,” dedi yengem.

“Bu yıl ceviz para yaparsa, fazlası, epeyce yaramıza merhem olur,” dedi babam.

“İnşallah!” dedi annem. “İnşallah olur!”

Ceviz ağacının doğu tarafı bahçe kıyısıydı.

Kıyı, böğürtlen çalılarıyla kaplıydı tümden.  Cevizin bir kısmı da bu dikenli kıyının içine düşmüştü. İşin zor yanı, kıyının içindeki cevizleri toplamaktı. Bu işin zorluğunu geçen yıllardan biliyordum. Ellerimizi dikenler çizmiş, yırtmış ve kanatmıştı. Şimdi de öyle olacaktı kuşkusuz.

Babam kuru bir ceviz dalı almış, yaprakları alt üst ediyordu. Böylece yaprakların altına gizlenmiş cevizler ortaya çıkıyordu. Annemle yengem de hiç ara vermeden sürdürüyorlardı ceviz toplama işini.

Aşağıdaki ceviz ağacından da sırık şakırtıları gelmeye başlamıştı. Dolu yağıyorca ceviz iniyordu dallardan.

Yaşar, Eşref’le sürdürdüğü oyununu bırakıp annesinin yanına gelmiş;

“Anne acıktım!..” diyordu.

Annem yengeme:

“Dur Fatma,” dedi. “Sacçöreği vereyim çocuklara. Yemek zamanına kadar onunla bastırıversinler midelerini.”

Sonra Yaşar’ın elinden tutup:

“Gel bakalım, karagözlü akıllım!” dedi. Cevizin dibine götürdü. Eşref de gelmişti yanına.

“Anne ben de acıktım!” dedi.

“Sana da vereceğim yavru aslanım.” dedi.

Heybedeki çıkından birer dilim sacçöreği çıkararak birer parça verdi ikisine de.

“Oturun yere, dökmeden yiyin!” dedi.

Doğrusu ya ben de acıkmıştım. İstemeden bir dilim de bana getirdi annem.

“Al benim okullu akıllım!” dedi. Sen de acıkmışsındır. Afiyetle ye!”

Aldım:

“Sağ ol anne “ dedim.

Annem yeniden işine koyulurken, Eşref’in sesi duyuldu.

“Bunu benim annem yaptı aslanım!”

Yaşar ondan geri kalır mı?

“Benim annem de yapıyor akıllım.” diyordu.

Annemin yaptığı sac çörekleri gerçekten de çok güzel ve nefis oluyordu. Ben haşhaşlı olanları daha çok seviyordum. Bu da haşhaşlıydı. Çalıştığım için öğle olmadan acıkmıştım. Baldan börekten bile tatlı gelmişti bana.

Sac çöreklerinin üstüne birer tas da su içen Yaşar’la Eşref, yeni bir oyuna dalmışlardı.

Bir tas su da ben içtim. Annemle  yengeme de götürdüm. Onlar da susamışlardı.

“Su gibi aziz ol !” dediler.

Eşref’le Yaşar kuru dallardan ev kurmaya çalışıyorlardı. Bir süre sezdirmeden izledim  onları. Olup edip beceremiyorlardı. Yaptıkları yıkılıyordu durmadan. Ben hem işimi sürdürüyor, hem de arada bir göz atıyordum onlara.

“Hep yıkılıyor, hep yıkılıyor. Olmuyor!” diyordu Eşref  sıkıntıyla.

“Zafer ağabeyime söyleyelim, o yapsın bize.” dedi  Yaşar.

 “Söyleyelim,” dedi Eşref.

Ben duymazdan geliyordum konuşmalarını. İkisi birden koşup yanıma geldiler.

“Ağabey, ne olursun, bize ev yap!” dedi Eşref.

Yaşar:

“Yapıyoruz, yapıyoruz, yıkılıyor!” dedi.

“Biz yapamıyoruz. Sen çok güzel yapıyorsun. Yine yap!” dedi Eşref.

Güldüm:

“Olur,” dedim. “Yapayım, akıllım aslanım.”

“Heyyy!” diye haykırdılar sevinçle. Ardından da. “Yaşşa ağabey !” dediler.

Doğruldum yerimden. Onları izlemekten doğru dürüst de çalışamamıştım zaten. Ne değin kendimi işime, ceviz toplamaya versem de, ister istemez bakışlarım onlardan yana kayıyordu.

(SÜRECEK)