Bir çakal aç kalınca, karnını doyurmaya;
İner bir kasabaya bakıp yıldıza, aya.
Sütçüden süt aşırır, fırından ise ekmek;
Sütle ekmek birlikte, ona olurken yemek…
Yetinmeyip bununla, kasaptan but çalıyor;
Doyunurken, köpekler kokusunu alıyor.
Toplanıyor köpekler, bu çakalı tutmaya;
Ardına düşüyorlar, parçalayıp yutmaya.
Yaman bir koşu ile çakal önde kaçıyor;
Köpekler gözlerinden, sanki ateş saçıyor.
Yol yokuş, dağa doğru sıklaşıyor soluklar;
Yorulan köpeklerin, çoğu takipte yoklar.
Sütçünün köpeği de vazgeçiyor yorulup;
Fırıncının köpeği, soluk soluğa durup…
O da geri dönerek, takipten vazgeçiyor;
Kasabın köpeği de: “Soluk kesildi!” diyor.
Bir karış dışarıya, dili çıkmış olarak;
O da geri dönüyor, takibi bırakarak.
Çakalın arkasında tek bir köpek kalıyor;
Demircinin köpeği, korkmadan kovalıyor.
Sütçüyü, fırıncıyı ve hem de kasabını;
Mağdur ettiği için, soracak hesabını.
Yokuş tırmanılarak, ulaşılmışken dağa;
Çakal köpeğe dönüp, başlamış bağırmağa:
“Ben sütçünün sütünü, diyelim içtim, tamam;
Fırından da ekmeği, çalarak yedim, tamam.
Kasabın da budunu, aşırıp yemiş iken;
Pes eden köpekleri peşimi bırakmışken…
Demirci’nin köpeği, sen neden peşimdesin?
Ne yaptım demirciye, kiminlesin, kimdesin!”
“Ben demirci köpeği, dürüstçe işimdeyim;
Çıkar peşinde değil, adalet peşindeyim.
Bana değil ey çakal, başkalarına zarar;
Verdiğin için sana, bağışlanmaz ceza var.”
Çakal, çıkarı için, yeyip içip gezendir;
Düzeniyse çıkara, dayalı bir düzendir.
Demircinin köpeği: “Evrensel hukuk,” diyor:
Çakalın da doğrusu, bunu anlaması zor.
***