Bu öykü; 1936 yılında hiç Türkçe bilmeyen 14 yaşındaki bir çocuğun okumak için Budapeşte’den İzmir’e gelmesinin öyküsüdür. Bu öykü, “Evet, hayat sayısız beklenmeyen gizlerle doludur. Bana da “ülkemi, dilimi, yurttaşlık kimliğimi seçebilme olanağını tanıdı” diyen 14 yaşındaki bir kızın öyküsüdür. Bu öykü, “ben yurdumu da, ulusumu da kendi irademle seçtim. Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım” diyen “Nermin’in” öyküsüdür.
Öykümüzün kahramanı Nermin, 1921 yılında Viyana’da doğar. Baba Mustafa Süleymanoviç, Boşnak asıllı İzmir’de yaşayan bir iş adamı, anne ise Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na mensup Baronesse Elfriede Karwinsky’dir.
Baba Mustafa Süleymanoviç, 1927 yılında Viyana’da yaşayan ailesini İstanbul’a getirir. İşleri nedeniyle hep yurt dışı seyahatinde bulunan babasıyla çok görüşemeyen Nermin, İstanbul’da annesiyle beraber yaşamaya başlar. Anne Elfriede Karwinsky Nermin’i “cici çocuklar okula gitmez” diyerek okula göndermez. İsviçre’den gelen mürebbiyeler Nermin’in eğitimini üstlenirler.
1931 yılına gelindiğinde baba Mustafa Süleymanoviç vefat eder. Babanın vefatıyla sarsılan aile giderek maddi zorluklar yaşamaya başlar ve anne Elfriede Karwinsky, çareyi Budapeşte'de yaşayan kızının yanına taşınmakta bulur.
Budapeşte'de okul hayatına başlayan Nermin, okulun başarılı öğrencileri arasında yer alır. Budapeşte'ye dönmesine rağmen Nermin’in Türkiye hayali hep devam edecektir
“Kum Saatini İzlerken” adlı kitabında Nermin, bu olayları şöyle anlatacaktır. “Bu koşullar altında hayalimde canlandırdığım Türkiye’nin belirleyici niteliklerini, yabancı basında okuduğum ‘Yeni Türkiye’ ‘Dirilen Türkiye’, ‘Atatürk’ün Yarattığı Türkiye’ oluşturmaktaydı.
…
Ülkeme karşı ilgimi, merakımı kamçılayan o yıllarda Almanca, Fransızca dergi ve gazetelerde
“Çağdaş Türkiye” ve onun mimarı Atatürk hakkında çıkan yazılardı. Evet, benim koparılıp uzaklaştırıldığım ülkede çok heyecan verici, övünülecek hamlelerin, atılımların yapıldığını göğsüm kabararak okuyordum. Tüm okullar herkes için parasız kılınmış, kadınlara yeni haklar tanınmıştı.
…
Türkiye o dönemde zorla kabul ettirilen uluslararası anlaşmaları reddederek ulusal bağımsızlığı uğrunda direnip savaşmayı yeğleyen, karanlık bir ortaçağ perdesini aralayarak, köklü toplumsal değişiklikleri başarı ile gerçekleştiren tek ülke görünümündeydi. Sahi, O dönemde Türkiye'ye neden imrenerek, hasetle, gıpta ile bakılıyordu?
1935-1936 ders yılı başlangıcında anne Elfriede Karwinsky, Nermin’e artık okuyamayacağını, stenografi öğrenip bir iş bulması gerektiğini söyler. Oysa Nermin'in tek amacı okumaktır. İzmir’de bulunan iş adamı Sabri amcasına mektuplar yazarak eğitimine devam edebilmek için yardım ister. Ancak yazdığı mektuplara cevap alamayacaktır.
Çaresiz kalan Nermin’in aklına birden bire gazetelerde, dergilerde okuduğu Atatürk Türkiye'sindeki devrimler gelir. Türkiye'de karma eğitim sistemi vardır ve eğitim ücretsizdir. Ne yapıp edip baba vatanı olan Türkiye'ye dönmelidir. Bunun için Budapeşte'de bulunan Türk Büyükelçiliğine gider. Kapıda bulunan görevliye en üst makamdaki kişi ile görüşmek istediğini söyler.
Bu görevli hiç itiraz etmeden Nermin’i Büyükelçi Behiç Erkin'in yanına çıkarır. (Birinci Dünya Savaşı sırasında Paris Büyükelçiliği esnasında binlerce Yahudi'yi Nazi soykırımından kurtarmasıyla da tanınmaktadır) Büyükelçiye çıkan küçük kız, Türkçe bilmediğini, bu nedenle Fransızca konuştuğunu, maddi zorluklar nedeniyle eğitimine Budapeşte’de devam edemeyeceğini, İzmir’e Sabri amcasının yanına giderek orada okumak istediğini anlatır. Konuşmayı dikkatle dinleyen Behiç Erkin, küçük kıza üç gün sonra gelmesini söyler.
Nermin, Büyükelçiliğe tekrar gittiğinde Behiç Erkin, kendisine Türkiye’ye girişini sağlayacak bir göçmen pasaportu, üçüncü mevki bir tren bileti ve üç gün sürecek yolculuk boyunca yemek için kullanabileceği, vagon-restoranda geçerli kuponlar ile birlikte bir miktar da Türk Lirası verir.
Bütün bu gelişmelerden anne Elfriede Karwinsky’nin haberi yoktur. Nermin, Büyükelçilikten biletle eve geldiğinde tüm gelişmeleri annesi ve ablasına anlatacaktır. Gönülsüz de olsa annenin iznini alan Nermin, 5 Kasım 1936’da trenle İstanbul’a doğru yola çıkar. Bu ayrılıktan sonra annesini bir daha hiç göremeyecektir. Nermin, İstanbul’a geldiğinde Behiç Erkin’in verdiği zarfı bir polise gösterir.
Polis bu küçük kızı doğruca Müdüre götürür. Fransızca bilen Müdür, Nermin’in bir polisin refakatinde İzmir’e gidecek vapura binmesini sağlar. Vapurla İzmir’e giden 14 yaşındaki Nermin, vapurdan indikten sonra bir faytona binerek Sabri amcasının evine gider ve kapıyı çalar.
Kapıyı açan Sabri amcasının kızı Perizat’tır. Hemen hemen aynı yaşlardadır. Perizat, üst katta oturan annesi Münevver hanımın yanına Nermin’i çıkarır. Nermin, yengesine Fransızca “Merhaba ben Nermin” diyerek kendisini tanıtır. Önceleri sakin görünen yenge, eşi Sabri eve gelince kızılca kıyameti koparır. Nermin, istenmediğini bilmekte fakat yapacak başka bir şeyi de yoktur.
Hiç Türkçe bilmeyen Nermin, gündüzleri Türk öğrencilere Almanca dersi verir, akşamları ise Türkçe dersi alır. Mahallede adı artık “Macar Nermin’dir. Her ne kadar Sabri amcasının yanında kalsa da Nermin’in bir yuvası olmaz. Bazen amcasının yanında, bazen halasının yanında, bazen de maddi durumu iyi olmayan diğer amcası Tahir’in yanında kalır.
Nermin, İzmir’de önce İzmir Kız Lisesini bitirir. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olur. Ankara Ulus gazetesinden iş teklifi alarak Ankara’ya taşınır ve kadrolu ilk kadın gazeteci olur. Burada kamu hukuku ve siyasal bilimler alanında çalışmalar yapmış, siyasetçi ve yazar Yavuz Abadan ile evlenerek “NERMİN ABADAN” olur.
Gazetecilik yaptığı sırada İdil Biret henüz 3 yaşındayken onunla röportaj yaparak dahi çocuklar kanununun çıkmasına öncülük eder. Kazandığı bir bursla Amerika'ya giden Nermin Abadan, aldığı lisansüstü eğitimden sonra 1953 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde ilk kadın asistan olarak göreve başlar. Yine aynı Üniversitede ilk kadın Doçent, ilk kadın Profesör olacaktır. İlk İletişim Bilimci, Siyaset Bilimci olarak “kamuoyu, baskı grupları, halkla ilişkiler” terimlerini Türkçeye kazandıracaktır.
Nermin Abadan’ın kocası Yavuz Abadan 1967 yılında vefat eder. Nermin Abadan, 1972 yılında Prof. Dr. İlhan Unat ile evlenip, Nermin Abadan Unat olur. 45 yıl Mülkiye’de, 22 yıl da Boğaziçi Üniversitesi’nde ders vermiş, siyaset sosyoloğu ve iletişim biliminin öncülerinden. Hocaların Hocası” NERMİN ABADAN UNAT’ın öğrencilerinden bazıları ise Deniz Baykal, Ahmet Taner Kışlalı, İlber Ortaylı, Emre Kongar, Baskın Oran ve daha niceleridir.
Nermin Hoca, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde son dersini verirken içlerinde Ahmet Taner Kışlalı ve Deniz Baykal’ın da bulunduğu eski öğrencilerine bu kendi yaşam öyküsünü anlatır. Ve Nermin Hoca sözlerini şöyle noktalar: “Ben yurdumu kendi irademle seçtim. Mustafa Kemal olmasaydı, belki ben de olmazdım. Niçin Kemalist olduğumu, niçin milliyetçi olduğumu, öyle sanıyorum ki artık anlamışsınızdır.”