Cevat Şakir, Resimli Hafta dergisinin 13 Nisan 1925 tarihli sayısında yayımlanan “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?” başlıklı hikâyesi nedeniyle asker kaçakçılığını teşvik ettiği ve halkı askerlikten soğuttuğu gerekçesiyle Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanır. Mahkeme tarafından üç yıl kalebentlik cezasına çarptırılarak Bodrum’a sürgüne gönderilir.
Cevat Şakir kendi deyimiyle iki üç yıl içinde Bodrum ve çevresindeki köylerin orta malı olur. Bu durumu Mavi Sürgün adlı eserinde şu sözlerle anlatır:
“Ne ekilecek ne dikilecek ve bu işlerin nasıl yapılacağına karar vermek hep bana düşüyordu. Öyle ki, doğan çocukların adlarını ben koyuyordum. Birinin altıncı mı, yedinci mi çocuğunun adını ‘Yeter’ koymuştum. Hatta sabahın üçünde, dördünde kapım çalınıyor, ‘Rahatsız ediyoruz ama Mahmut hasta, ilacını almıyor, illa da Cevat Amca versin diyor. Çaresiz kaldık, gelin!’ diyorlardı. Bu, bir annenin sesiydi. Kalkıp giyiniyor, çaresiz gidiyordum.”
Yıl 1938, Yer Gökova’dır.
Oralarda dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayan buhur (günlük-sığla ağacı) ormanları vardır. Hafif hafif amber kokarlar. Bir yaprak kalabalığı olan her ağaçtan, başka ağaca sarmaşıklar mahya kurarlar. Çiçeğin biri koptu muydu yere kelebek konmak üzere olduğu sanılır. Buhur ağaçları, kıyıda ayaklarını sedef yansımalı sularda yıkarlar.
Gökova, öylesine güzel bir yerdir ki, gök kadar berrak denizinin yüzeyinde, sessizce dinlenen çamların yansımaları insana huzur verir.
Ancak o yıllarda, bölgenin yemyeşil doğası ve masmavi suları insanları büyülerken, Gökova bir sorunla karşı karşıyadır: bataklıklar.
Bu bataklıklar, sivrisineklerin üreme alanı haline gelmiş ve sıtma hastalığı bölgeyi kasıp kavurmaktadır. Hastalık nedeniyle insanlar sevdiklerini kaybetmekte, özellikle gençler ve çocuklar sıtmanın pençesinde hayatlarını kaybediyordu. Gün geçmiyor ki, yeni bir ailenin ocağına ateş düşmesin. Hastalığa yakalananların sayısının her geçen gün çoğalması Muhtar Mehmet başta olmak üzere tüm köy halkını endişeli bir bekleyişe sürükler.
Muhtarın o güne kadar sekiz kız çocuğu olmuş, ancak dördü sıtma nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Köyde yaşayanlar çaresizdir. Sıtmanın önüne geçmek için bataklığın kurutulması şarttır.
O zaman bütün Gökova havzası tek muhtarlıktır. Muhtar Mehmet Gökovalı ise çalışkan ve doğayı çok seven bir insandır.
Muhtar ve köylüler, bataklığı kurutmanın yollarını arar ve çareyi dönemin Valisi Recai Güreli’ye başvurmakta bulurlar. Vali Güreli de sorumluluk sahibi, halkı düşünen ve muhtarı çok seven bir yöneticidir. Zaten genç Türkiye Cumhuriyeti de yurdun dört bir yanında sıtma ile mücadele çalışmasına başlamıştır.
Vali Recai Güreli, köylülerin derdini dinler ve bilim insanlarına danışarak çözüm arayışına girer. Yapılan incelemeler sonucunda, bataklığı besleyen suların kesilmesi gerektiği anlaşılır.
Ancak bu nasıl yapılacaktır? Araştırmalar, tek çözümün okaliptüs ağaçları olduğunu ortaya koyar. Çünkü okaliptüs ağaçları, iklim şartlarına bağlı olarak 8-10 yıl içinde 35 santimetre çapa ve 35-37 metre boya ulaşabilir. Ayrıca, büyük boylu olanları günde ortalama 400 litre su çekerken, 10 yaşındaki bir okaliptüs ağacı yılda 250 ton su tüketmektedir.
Bataklığın kurutulması için çözüm bulunmuştur. Ancak büyük bir sorun vardır: Türkiye’de okaliptüs ağacı yoktur. Tam ümitler tükenmek üzereyken, devreye Cevat Şakir girer. Avustralya’dan yüzlerce okaliptüs tohumu getirterek köylülere umut olur.
Köylüler, kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısı ve genciyle birlikte büyük bir azimle çalışmalara başlar. 1938 yılında Akçapınar’dan başlayan dikim süreci, 1940’ta kuzeyde tamamlanır. Tohumlar, üç kilometrelik bir alana, büyük bir intizamla karşılıklı olarak dikilir. Ve zamanla, ağaçlar büyüdükçe bataklık kurur, bataklık kurudukça sıtma sona erer. Bu çalışmalar devam ederken, 1939 yılında Muhtar Mehmet Gökovalı’nın bir oğlu olur.
Bu çocuk, Türk gazeteci, muhabir ve akademisyen olan Şadan Gökovalı’dır. O, Cevat Şakir’in manevi oğlu, onun eserlerini ölümünden sonra yayımlayan ve mirasını yaşatan isimdir.
“Ta uzaklarda ışığın şanında eriyen adaları, kıyıları, bükleri, Knidosları, Datçaları, Gökovaları, daha daha uzakları, açık denizlerin açıklıklarını özlüyordum. Oraları zaten cennetti; ama içimden, oraları on kat daha cennet yapmazsam, adam değilim.” diye yazan Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir, verdiği sözü fazlasıyla yerine getirmenin mutluluğunu yaşar.
Bugün Marmaris’e ya da Datça’ya karayoluyla gidenler, Sakar’dan Gökova’ya indiklerinde iki tarafı devasa okaliptüs ağaçlarıyla çevrili uzun ve etkileyici bir yola hayran kalır. Bu yol, yaşama sevinci ve insan sevgisiyle dolu yürekler için eşsiz güzellikler sunar. Düşler ülkesine açılan bir kapı gibi, buradan geçenlere ‘yaşamak ne güzel’ dedirten bir atmosfer yaratır.
İşte bu özel ve anlamlı yol, geçmişte yaşanan acılara karşı verilen mücadelenin ve dökülen gözyaşlarının eseri olarak inşa edilmiştir.
Kaynakça:
KAYA, S. Erişim Adresi: https://www.haberhurriyeti.com/makale/3342602/sedat-kaya/bir-yol-hikayesi
DUMAN, N. Erişim Adresi: https://mugladevrim.com.tr/kose-yazarlari/nail-duman/sadan-hocam-ile-whatsapp-soylesileri-1
https://www.yeniasir.com.tr/cumartesi/2023/09/16/once-sitmaya-care-oldular-simdi-de-asiklara-mesken
https://www.muglapostasi.com.tr/agacli-yolun-ardindaki-aci-hikaye
Not: Fotoğraflar https://www.turkiyenintarihieserleri.com/?oku=3785 sitesinden alınmıştır.