Her gün, mutlaka birilerinin günü oluyor.
Günün anlam ve önemini vurgulayan yetkili kişiler gazetelere açıklamalarda bulunur. Başka birileri kutlamalara reklam vererek katılır. Anneler günü, babalar günü, kız evlatlar günü; say, sayabildiğin kadar! Laf aramızda ne hikmetse erkek çocuklar günü yok!
Bazı günleri birden fazla gruplar kutluyor. Günün içine gün karışıyor. Günler haftalarla birleşiyor.
Geçtiğimiz günlerde “Müzeler Haftası” düzenlendi. Kutlamalar ülke genelinde yapıldı. Gazeteler, televizyonlar haber değeri taşıyanları bizlerle paylaştı. Sonuç değişmeyecek. Yemek dağıtılmazsa, para verilmezse çoğunluk yine müzelere gitmeyecek. Kimin, ne zaman bir küp altın bulduğu konuşulacak. Kaçak kazı yapanlar da çağ atladı. Kazma kürek yerine iş makineleriyle kazı yapanlar olacak.
Yapılan etkinlikler güzel! Yapılan çalışmaların amacına ulaşıp ulaşmadığını zaman gösterecek. Evlerinde kalanlar sabahtan yatıncaya kadar dizi film adı altında reklam izleyecekler. Kahvehaneye gidenler ise üstadın deyimiyle sabahtan akşama kadar fayans döşeyecek! Yani okey oynayacak. Bu yurttaşlarımızın kaç tanesi yapılan etkinliklerden etkilenip müzelerin varlığını anlayacak?
Nasrettin hocanın bir fıkrası var: Hırsız, hocanın evinde ne varsa alıp götürür. Komşuları hocayı suçlar. Herkes, mutlaka bir kusur bulur. Hoca artık dayanamaz. Yahu komşular, bu hırsızın hiç mi suçu günahı yok?
Geçmiş yıllarda basında yer alan haberleri anımsadım. Kaybolan; daha doğrusu yurtdışına kaçırılan tarihi eserlerle ilgili birileri çıkıp bir araştırma yapmış. Gazetede yer alan haber, belgelerle yer alıyor. Bir müzenin kayıtlarında var olan tarihi eserler müze içinde bulunamamış. Değerli eserlerin müze içinde ne işi var?
Bir başka müzeye benim gibi cahil bir köylü, yetkililerle görüşmek için gitmiş. Tarla sürerken bulduğu taşı müze müdürüne göstermiş. Liyakat sahibi devlet memuru, değeri olmayan taşı, yaşlı ve bunak adama geri vermiş. İnanmayan internetten araştırma yapabilir.
Yıllar sonra başka birileri aynı tarlanın içinde GÖBEKLİ TEPE’Yİ bulmuş. Kazılar yıllarca devam edecek.
Arkeologlar, deyim yerindeyse iğne ile kuyu kazar gibi ören yerlerinde kazı yapar. Çıkarılan her eser uzmanlar tarafından incelenir. Birkaç satır çivi yazısı bulanan, bir kısmı kırılmış tabletleri okuyabilmek için yıllarca çaba harcar. Yeni bir bilgi, bir şehir adı, bir kral adı bulunduğunda bütün yorgunluklar unutulur.
Müze içerisinde yer alan fotograf sergisi ilgimi çekti. Sergi açılışına katılamadım. Sağ olsun müze çalışanları beni kırmadılar. Sergide yer alan fotografları gördüm. Yıllar öncesinde aynı binanın çekilmiş fotograflarını gördüm. Anladığım kadarıyla birden fazla fotografçı bu fotoları çekmiş. Bütün fotograflar müzenin arşivinde yer alıyormuş.
Fotografların ortak yanı, açılan karma sergide yer alan fotografları kimin çektiği belli değil. Fotograflar, kazı yapılan ören yerlerinde bulunmuş olabilir. Ortada bir güzellik var. Kimin yaptığı belli değil.
Gelecek yıllarda arkeologlar, müze arşivinde yer alan fotograflar kimin, ne zaman hangi amaçla çektiğini mutlaka bulacaktır.
1914 yılında hastane olarak yapılan, uzun yıllar erkek sanat enstitüsü olarak hizmet veren tarihi bina, geçirdiği büyük yangından sonra restore edilerek 2000 yılında müze olarak hizmet vermeye başladı.
Yukarıda, taş binanın yangından sonraki hali…Aşağıda ise bugünkü görkemli görünümü…