Her insanın, yaşamında unutamadığı ve yüreğinde kalıcı izler bırakan bazı anıları vardır. Ben de, bunlardan birini ve beni en çok etkilemiş olanı sizlerle paylaşmak istedim. Umarım beğenirsiniz.

1986–1987 öğretim yılında, 16 yıllık köy öğretmenliğimi tamamlayarak, İskilip Misakımilli İlkokulu’na atanmıştım. İşin ilginç yanı da bu okulda beş yıl süreyle beni okutan ilkokul öğretmenimin emekli olması üzerine, onun yerine atanmış olmamdı. Yani, kendi okuduğum okulda ve beni okutan öğretmenimin yerine öğretmenlik yapacaktım artık. Bu nedenle de daha bir şevkle sarılmıştım işe.

Birinci sınıf okutuyordum. Zaten öğretmenlik yaşamımın en zevkli yılları da birinci sınıf öğretmenliği yaptığım yıllardı. O minik yavrulara okuma-yazmayı öğretmekten aldığım zevki, diğer sınıflarda bir türlü alamadım.

ayı ortalarıydı. Öğretmenler Günü’nün yaklaşmasıyla birlikte, Öğretmen Odası’nda, öğrencilerden gelecek hediyelerle ilgili konuşmalar yoğunlaşmıştı. Benim bu konuda onlara anlatacağım fazla bir şey yoktu. Çünkü o yıla kadar köyde çalıştığım için bu anlamda hediye veren öğrencim de olmamıştı. Ayrıca hediye olayına bakışım olumsuzdu ve bazı arkadaşların sınıfta bu konuyu işleyerek öğrencileri hem teşvik ettiğini hem de gelen hediyeleri küçümseyerek beğenmediğini duydukça da canım sıkılıyordu. Ama yine de hediye almak güzel bir duyguydu ve içten içe bunu ister durumda olduğumu da itiraf ediyordum. Bu nedenle de sınıfta sessiz kalmayı, teşvik ya da yasaklamaya yönelik hiçbir şey yapmamayı tercih ettim.

Öğrencilerim arasında, bu konuda bir şeyler konuşulduğunu ve bazı hazırlıklar yapıldığını ben yaklaşınca susulmasından anlıyor, doğrusu heyecanlanıyordum da.

Nihayet 24 Kasım günü geldi. İlk derse girdiğimde, öğrencilerimin gözlerindeki değişik bir parlaklıktan başka hiçbir farklılık yoktu. Andımız’ı okuyup yerlerine oturur oturmaz, masanın altına sakladığı hediyesini alan yanıma koştu ve sırayla Öğretmenler Günü’mü kutlamaya başladılar. Elimi öpüp hediyelerini veriyorlar, ben de onlara teşekkür ederek yanaklarından öpüyordum. Gözlerindeki ışıltı ve yüzlerindeki sevinç duygulandırmıştı beni. Ağlamamak için kendimi güç tutuyordum. Masanın üzeri kalem, kravat iğnesi, kol düğmesi, mendil vb. hediyelerle dolmuştu.

Bu arada arka sıralarda oturan bir kız öğrencim dikkatimi çekti. O, sıraya girmemişti. Telaşla oturduğu sıranın altını, üstünü, çantasını kurcalıyor, göz ucuyla da bana ve diğer arkadaşlarına bakıyordu. Yüzü darmadağınıktı ve belli ki bana verecek bir hediyesi yoktu.

Birden, başımdan aşağı kaynar sular döküldüğünü hissettim. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilemeden donmuş kalmıştım. Elim, ayağım titriyordu. O hala telaşla bir şeyler aranırken, durumu kurtaracak bir çözüm bulmaya çalışıyordum ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu ki. Bu arada o panik halini atlatarak sakinleştiğini ve telaşlı yüzünün aydınlandığını fark ettim. Önlüğünün cebinden ne olduğunu göremediğim bir şey çıkardı ve defterinin kullanılmış yapraklarından birini yırtarak onunla sardıktan sonra koşarak arkadaşlarının arkasına sıraya girdi. Yüzünde, sorunu çözmüş olmanın rahatlığı vardı.

İyice dağılmıştım ve meraktan çatlıyordum. Hediyeler masanın üzerinde üst üste duruyordu ama benim gözüm buruşuk defter yaprağına sarılmış küçücük paketten başkasını görmüyordu. Ne olduğunu merak ediyor ama onların yanında açamıyordum. Dersin sonunu beklemekten başka çarem yoktu. Hediyeler için teşekkür edip günün anlamı üzerinde bir şeyler söyleyerek vakit geçirmeye çalıştım. Ders ne kadar da uzundu öyle, bir türlü bitmek bilmiyordu.

Nihayet zil çaldı. Hediyeleri bir poşete doldururken o küçücük paketi gizlice cebime attım ve tuvalete koştum. Çünkü o pakette hediye değil, bir yürek vardı ve onu benden başka kimseciklerin görmesine dayanamazdım.

Buruşuk kâğıda sarılı paketi cebimden çıkardım. İçinden ne çıkacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Doğrusu, ne beklediğimi de bilemiyordum. Aceleyle buruşturulmuş defter yaprağını açarken ellerim titriyordu. İşte, o yürek elimdeydi artık ve ben elimde hediyemle orada, öylece, kalakalmıştım.

Avuçlarımın arasında bir adet “ceviz” vardı. Ama sanki öyle ağır, öyle sıcaktı ki, avuçlarımı delip düşüvereceğinden ve içindeki yüreğin zarar göreceğinden korktuğum bir adet ceviz.

Yere yığılmak üzereydim, düşmemek için duvara yaslandım. Hediyemi sıkıca tutarak çöktüm oraya. Ağlamamak için hiçbir çabam olmadı; zaten ağlamak istiyordum.

Hem de dakikalarca ve katıla katıla…

Aradan onlarca yıl geçti ama o günkü duygularım hiç değişmedi. Evimin en güzel köşesinde sakladığım o karalanmış ve buruşuk defter kâğıdına sarılı yürek hala atmaya ve bana yol göstermeye devam ediyor. Şimdiye kadar aldığım ve bundan sonra alacağım en değerli hediye olarak da hep benimle birlikte olmaya devam edecek.

Üstelik benim gibi yaşlanmayacak da. Hep taze, hep canlı, hep sımsıcak…

TÜM ÖĞRETMENLERİMİZİN 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ'NÜ KUTLUYORUM.