Dün Atatürk’ün ölümünün 83’üncü yıldönümü idi. Ülke genelinde büyük törenlerle anıldı. Akın akın Anıtkabir’e gidildi.
Çünkü bir ümmet toplumundan bir millet yaratan…
Osmanlı’nın kalıntılarından bağımsız milli bir devlet kuran…
Ve de “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyen bu ülkenin kurucusuna saygılar ve sevgiler sunuldu.
Elbette böyle bir günde, özellikle ulusal heyecanın yükseldiği böyle bir günde 10 Kasım’lar:
Yeni bir ulusal dayanışmanın günü olmalı.
Kin ve öfkenin eritildiği…
Öfke ve ötekileştirmenin yok edildiği gün olmalı.
Ama olmuyor, olamıyor!
İşte bu nedenlerle 10 Kasım, bir anma günü ve bir saygı günü olduğu gibi, bir muhasebe günü de olmalıdır. Gereğinde de bir hesap verme günü olmalıdır.
Çünkü o:
Tarihsel süreci doğru okumuştu. Zamana ve mekâna göre doğru adım atmıştı. Doğru karar vermiş, yapacağını yapmış, söyleyeceğini söylemişti. Ve çağdaş bir ülkenin temellerini atarak bu ülkeyi, başta gençlik olmak üzere bu ülkenin halkına emanet etmişti.
Ve de O, 10 Kasım 1938’de bırakıp gitmişti.
***
Peki, ne demişti?
“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” demişti.
“Okuyan, yazan; soran-sorgulayan bir nesil” demişti.
“Gerçeği konuşmaktan korkmayınız” demişti.
“Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” demişti.
Ve O, “Düşünceler zorla, şiddetle, topla, tüfekle öldürülemez” demişti.
Ve de O’nun bu kavgası ve tüm düşünceleri, “Kemalizm” adıyla bu ülkenin kurucu ideolojisi olmuştu.
Yani Kemalizm; söylediği ve söylemek istediği, yaptığı ve yapmak istediği siyasal, sosyal, ekonomik ve tüm milli politikaların; eğitim, sanat ve kültür hakkında vurguladığı tüm değerlerin topluca bir ifadesi olmuştu.
Özünde “Kuvay-ı Milliye” ruhunu taşıyan, “Batılılaşma” formatıyla bu toplumun kimliğini dokuyan bir ideoloji olmuştu.
Ve de Türk toplumunda tartışılamaz, kutsanmış, milli kimliği uyandıran bir ideoloji olmuştu.
Bazen bir “tabu” yapıldı, koruyucu bir zırh gibi kullanıldı. Bazen de siyasetin zorunlu olarak sarıldığı bir ideoloji oldu.
Ama gençliğe evrensel bir ideoloji olarak sunuldu. Ve gençliğin ruhunu dolduran, motivasyonu yüksek, milli duyguları kabartan ideolojik bir bayrak oldu.
***
Örneğin o günün gençlik önderleri, Kemalizm hakkında neler demişti bir bakalım:
Genelde sol gençlik, “Kemalizm, emperyalist boyunduruk altında olan yarı sömürge ülkelerin devrimci bir kurtuluş bayrağıdır” demişti.
Yine 68 kuşağının soldaki gençlik liderlerinden Deniz Gezmiş, “Kemalist devrim tamamlanacak ve emperyalizmle çelişen bütün milli sınıf ve tabakalara mal edilmesi sağlanacaktır” demişti.
Gençliğin o dönemdeki ülkücü lideri Muhsin Yazıcıoğlu ise “Atatürk çizgisinden sapan yöneticilerin, bugün ülkemizi tehlikeli maceralara ittiğini, ülkemizin çıkarlarını kendi çıkarları uğruna heba ettiklerini üzülerek görmekteyiz” demişti.
Görünen o ki, o gün gençlik sağda da olsa solda da olsa, fikrî desteğini Kemalizm'den almış, Kemalizm'in temel hedefleri doğrultusunda mücadele etmişlerdi.
Ve Kuvayı Milliye ruhunu yeniden ayağa kaldırmak için, Samsun’dan Ankara’ya “Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal Yürüyüşü” yapmışlardı.
Diğer taraftan Atatürkçülüğün ideolojik bir ifadesi olan Kemalizm’i açıkça eleştiremeyenler ise ince bir siyaset dili kullanmışladı. Kemalizm ile Atatürkçülüğün ayrı kavramlar içerdiğini söylemişler, “Atatürkçüyüz ama Kemalist değiliz” demişler, bir nevi gizlenerek “Kemalizm”i eleştirmek istemişlerdi.
***
Ama milli duygunun yükseldiği böyle bir günde, yine de bir sormak gerekir:
Onun gösterdiği ve istediği hedeflere ulaşılabildi mi?
Onun düşünceleri ve bağımsızlıkçı kimliği anlatılabildi mi?
Çünkü yıllarca yapılan 10 Kasım törenlerine, yıllarca yapılan Atatürk programlarına, yıllarca okutulan Atatürk derslerine, yüzlerce Atatürk kitaplarına rağmen halen Atatürk tartışması yapılıyor ise…
Bunda bir sorun var demektir.
Ve donatılan Atatürk köşelerine, heykellerine, büstlerine, resimlerine rağmen Kemalizm halk desteğini kaybeder görünüyor ise…
Bunda bir sorun var demektir.
Her 10 Kasım’da ona duyulan saygı, ona duyulan sevgi sunulurken sorgulanması gereken işte budur. Ve de sorgulanması gereken işte bu olgudur.