Yani 2 Temmuz Sivas Katliamı 4 Temmuz Çorum Katliamı 5 Temmuz Başbağlar Katliamı

Zaten Türkiye’de her ay, bir katliamla anılır olmuştur.

Nisan’da Malatya katliamı, Mayıs’ta Reyhanlı katliamı, Haziran’da Havalimanı katliamı, Ekim’de Gar katliamı, Aralık’ta Maraş katliamı ve de diğerleri...

Ve bu katliamların sıcaklığı, yeniden yeniden yaşanır olmuştur bu ülkede.

***

Peki, bu katliamlar neden? Tetikçisi kimdir? Amacı nedir?

Evet, mayası cumhuriyetle atılan laik, demokratik bir Türkiye süreci, 1945’ten itibaren “yeşil kuşak projesi” ile yolundan saptırıldı.

Pompalanan Sovyet tehlikesine karşı Türkiye toprakları, ABD ve NATO üsleriyle dolduruldu.

Ama bu oluşumlara karşı giderek yükselen milli bir uyanış görünür olmuştu. İşte bu uyanışın bastırılması, ya da hedefinden saptırılması gerekmişti.

Ve de sağ-sol çatışması yeterli görülmemiş, daha geniş kitlesel çatışmalar istenmişti.

İşte bu nedenle ülke, inanç eksenli kamplara bölündü. İşte bu nedenle Sünni Alevi’ye, Alevi Sünni’ye düşman edildi.

Ve Alevi-Sünni çatışması hızla yaygınlaştırıldı. Özellikle de Alevi kitle üzerinde kitlesel katliamlara dönüştürüldü.

Darbelerin yol taşları da bu katliamlar üzerine döşendi.

Elbette inanç grupları, bu projede figüran olarak kullanılmıştı.

Sanki bir el, hem devlet iradesini hem de inanç gruplarının iradesini teslim almıştı.

***

İşte Çorum katliamı, bu projenin bir ürünüydü.

Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak'ın 27 Mayıs 1980 günü öldürülmesi, provokatörler için sanki istenen fırsatı yaratır oldu. Ve 28 Mayıs'tan başlayarak Alevi-Sünni kavgasının fitili ateşlendi.

Alaattin Camisine bomba atıldı, yakılıyor kışkırtmasıyla da “4 Temmuz 1980 Cuma” günü, kanlı olayın final günü oldu.

Sonuçta resmi rakamlara göre 57 ölü, 200'den fazla yaralı, 300'den fazla yakılıp yıkılan ev ve işyeri, yüzlerce ailenin iç göçü, onlarca ailenin dış göçü...

Ya gerçekten bir bomba atılmış olsa ya da yakılsa idiDüşünmesi bile tehlikeli

1980’in Çorum Başsavcısı Ertem Türker, o günleri şöyle özetlemişti:

Olaylar geliyorum diyordu, idareciler aymazlık içindeydi. Çorum, silah tüccarlarının oyun sahası olmuştu. Aynı silahla sağcı da solcu da öldürülüyordu.”

***

Sivas Katliamı da bu projenin bir ürünüydü.

Ve de asla unutulmayan, asla unutulmayacak olan bir felaketti bu katliam.

Çünkü 2 Temmuz 1993 günü, Pir Sultan Abdal Şenliklerinde yaşatılan bir vahşetti bu katliam. Çoğunluğu Alevi kökenli 33 yazar, ozan ve düşünür Madımak Otel’inde diri diri yakılarak katledildi o gün.

Ve o gün, “Sivas ellerinde sazım çalınır...” diyen Aşık Veysel’in sazı susturulmuştu. Ve o gün,Varıp Pir Sultan'ı, analım dedik / Aşkın dolusuna, kanalım dedik / Meydanda bir semah, dönelim dedik diyen Ozan Kızılgül meydanda bir semah dönememişti.

***

Ve de “Sivas’ın intikamı” gibi sunulan Başbağlar Katliamı…

Yani Sivas'ta Alevileri hedefe koyan irade”, Başbağlar’da Sünni katliamına imza atmıştı. Amaç, daha büyük kitlesel bir Alevi-Sünni çatışması yaratmaktı.

Erzincan ilinin Kemaliye ilçesine bağlı, Tunceli sınırına yakın, Sünni halkın yaşadığı bir köydür Başbağlar. Sivas katliamından 3 gün sonra, yani 5 Temmuz akşamı köy baskına uğrar. 33’e 33 der gibi 33 köylü kurşuna dizilir. Okul, cami ve tüm evler yakılır, yıkılır.

20 kişi gözaltına alınır. 18 kişi beraat eder. Örgütsel ilişkiden 2 kişi mahkûm olur.

Bu dava için, davanın yargıçlarından Şakir Kadıoğlu şöyle demişti:

Peki, kimler getirildi mahkemeye? Tunceli'de tırpancı olarak tabir edilen bölgenin Alevilerinden yakaladıkları kişiler.” Ve devamla, “Başbağlar davası, Türkiye'nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır. Yazıktır, günahtırdemişti.

***

Elbette tüm bu katliamlar, bir siyasal proje idi ve de Alevi ve Sünni halk bu projede kullanılmıştı.

Özellikle Çorum katliamı ile 12 Eylül darbesinin son kilometre taşları döşenmiş, yönetime el konulmuş, anayasal sistem lağvedilmiş, toplumsal muhalefet bastırılmış, 24 Ocak kararları ile ülke ekonomisi küresel sermayeye teslim edilmişti.

Sonuçta bugün Çorum, Sivas, Başbağlar katliamlarının üzerinden yıllar geçmiştir. Ama belleklerden silinmemiş, acıları unutulmamış, hesabı sorulmamıştır.

Ve de bu katliamları yaşayan halktan, bugüne kadar bir özür bile dilenmemiştir.

Aslında daha da acısı; bu ülkenin sosyal dokusunun temelini oluşturan, yüzyıllarca birlikte yaşamış ve de yüzyıllarca birlikte yaşayacak olan Alevi-Sünni halk, bu katliamları bir kez olsun birlikte kınamamış, birlikte kınayamamıştır.

Galiba asıl sorun, işte bu olsa gerek…