Kısacık ömrümüze neler sığdırmadık ki!

Sevinçler, güzellikler, masumiyet resimleri, arkadaşlıklar, dostluklar…

Bunların yanısıra,

Şaşılacak derecede bahtsızlıklar, çokça umutsuzluklar, sinir bozacak ölçüde vefasızlıklar, kararsızlıklar, vurdumduymazlıklar…

Hele de bu kararsızlıklar getirmedi mi bizi bugünlere? Yaşadıklarımızı nasıl açıklıyoruz?

Yalnızca açgözlü, soyguncu azınlık mı bu dengesizliğin/yapay dengenin sorumlusu?

Bizim hiç mi payımız yok bu insan, doğa, canlı kadri bilmeyen, gözü doymayan azınlığın azgınlaşmasında?

Sıraladıkça olumsuzluklar kendiliğinden ekleniyor sözcük katarına.

Bunca yükü yetmiş, seksen, belki doksan, çok nadiren yüzü aşan bir ömür nasıl çeker?

On binlerce insan canına mâl olan bu savaşlar durdurulamaz mıydı?

Gazze’de Siyonist katliam durdurulamaz mıydı?

Komşumuz Suriye’nin yangın yerine döndürülmesi önlenemez miydi?

Açlık sınırında veya çok altında yaşayan insanlarımız güldürülemez miydi?

Kimsenin kimseye güvenmediği bir ortamda bulunmak kaçınılmaz mıydı?

İyi dileklerde bulunuyoruz kötülük yakamızı bırakmıyor.

Mutluluk istiyoruz, her adım mutsuzlukla karşılaşıyoruz.

Bir umut kaldı kuzey yıldızı gibi parlayan, onu da kırmak için mahşerin dört atlısı saldırıyor dört yandan.

Her şeye karşın umut diyelim, koruyalım, yaşatalım.

Torunlarımızın geleceğini yeşertecek olan yalnızca umutlarımız kaldı.

Yeni yıla eskimeyen umutlarımızla girelim.