TMO beklenen açıklamayı 7 Haziran 2024’te yaptı. Gelen açıklama üretici açısından son derece yetersiz olarak kayda geçti. Duyulur duyulmaz da öncelikle üreticilerin ve toplumun büyük çoğunluğunun tepkisini çekti.

TV ekranlarından izlediğimiz üreticiler bu açıklamayla kendilerini tüccarın önüne atılmış kurbanlık koyun olarak algıladıklarını belirtiyorlar. Hazır bayram da gelmişken tüccara kurbanlık olarak sunuldukları apaçık!

Üretici yerlerde sürünüyor, emek görmezden geliniyor. Maliyeti bile karşılamayan TMO’nun bu fiyat açıklaması üreticiyi üzmekten öte, üretmemeye yemin ettiriyor. Beklenen buğday taban fiyatı 16 - 20 TL arasında olmalıydı. Çay fiyatı ise 20: 00 TL üzerinde olmalıydı.

Dış alıma bağımlılığımız daha da artıyor. Üstelik TMO bu taban fiyat üzerinden peşin ödeme yapmıyor. Çiftçi borçla aldığı koruyucu tarım ilaçları, mazot ve benzeri girdiler için aldığı borcu ödemek zorunda. Aksi halde faiziyle ödemesi gerekecek. Bu sıkıntının bilincinde olan üretici ürününü toptan ve peşin alım yapan tüccara götürecek. Tüccar TMO’nun açıkladığı fiyatın çok altında fiyatla peşin parayla alacak. Açıklanan 9.250 TL maliyete yetmezken, tüccara daha ucuza satmak zorunda kalıyor. Bu durum üreticinin üretimden uzaklaşması, toplumun GDO’lu dış ürün tüketmek zorunda kalması demektir.

Ne yediğimizi, hangi organımızda nasıl bir etki göstereceğini, ne gibi sonuçlarla karşılaşacağımızı bilmeden tahıl ürünlerini yüksek fiyatlar ödeyerek tüketmekle karşı karşıyayız. Bu ise emperyalist ülkelerin şirketlerine döviz ödemek anlamına geliyor. Emperyalist şirketlerin yerli işbirlikçi ortakları da buradan yemleniyor. Kim kâr ediyor? Zincirleme soyguncu düzen kâr ediyor. Tüm halk yükü omuzlarında taşıyor. Emekçilerin taleplerini dinlemeyen iktidar üreticiyi de, tüketiciyi de yerli tüccarın ve dışalımdan çıkarı olan soygun zincirinin önüne atıyor. Böyle giderse 18 ay önce 1.25 TL olan ekmeği 10:00 TL’den almaya devam ediyoruz, şimdilik. On gün sonrası ne olacak, belli değil.

Yazı geçirelim bakalım, güz ne getirecek göreceğiz. Ülkeye yaz aylarıyla birlikte gezgin girişi yoğunlaşabileceğinden dolayı kısmi bir rahatlama, döviz kuru yükselişinde durağanlaşma beklenebilir. Ya güz? Güzün arkası karakış… Parasal karakış… Eskiden bizi korkuyla avuturlardı “Bu kış komünizm gelecek.” diye. Ne menem bir şeyse şu komünizm, yetmiş kış geçirdik geldiğini görmedik. Ancak bir türlü belimizi de doğrultamıyoruz.

Anladığım kadarıyla korku salmak, kitleleri bir öcü ile susturmak siyasal bir strateji olmuş. Emperyalizmle öyle bir sarmaş dolaş olmuşuz ki ayırabilene aşk olsun! İçine sürüklendiğimiz emperyalizm destekli Ortadoğu bataklığı genişledikçe genişliyor, toplumu yutuyor. Emperyalizmin kalesinde refah içinde yaşayan insanlar bizi gelişmemiş Ortadoğulu olarak algılıyor. Haksız da değiller. Aydınlanmış, Cumhuriyetin ilk on yılında on basamak ilerlemiş bir ülke olmaktan hızla uzaklaştırıldık. Komünizm korkusuyla yetişen 70’lik gençlerimiz çok uluslu şirket kıskacından paçayı kurtaramıyor bir türlü. Nasıl kurtarsın! Yedi kocalı Hürmüz’e benzeyen yerli işbirlikçiler emperyalist ortaklarıyla birlikte on dört kollu ahtapot olup sarmış ülkeyi. Tohum tek kullanımlık plastik şişeler gibi. O yıl ürün alıp ertesi yıla tohumluk bırakmayacak kadar genetiği değiştirilmiş buğday, mısır ve benzeri ürünler boy atıyor tarlalarımızda. Yerli tohumun alım-satımı yasaklanmış!

Üretici kan ağlıyor, üretici kuruluşları feryat figan bağırıyor, tüketici tüketecek kaliteli gıda ürünü bulmakta zorlanıyor, bulduklarının da neye benzediğini, içeriğinin ne olduğunu bilmiyor. Frankenstein ürünler tezgâhlarda. Üretimin durma noktasında olduğu bir ülke “iflas” etmiş ülkeler sınıfına girer. Dünyadan para dilenir olduk. Elin oğlu sana babasının hayrına dolar vermez! Bir bakıyorsunuz çölleri aşıyoruz dolar sayıklayarak, bir bakıyorsunuz Sibirya’da kar- buz çağı yaşıyoruz dolar peşinde. Şimşek bir dünyanın bir ucunda çakıyor, bir de görüyoruz ki dünyanın başka bir ucunda. Dolar geliyor mu, bilmiyoruz. Geliyorsa bile hangi anlaşmalarla, ne karşılığında geldiğini de bilmiyoruz.

20 yıldır fabrikasından dağındaki madenine satılmayan bir tek Cumhuriyet kazanımı kalmadı. Fabrikaların bile bile satıldığını, tarımın emperyalist istemler doğrultusunda yok edildiğini, insanların ete süte muhtaç edildiğini anlamak için kafamıza vurulması gerekmiyor. 55 milyona uzay gezisine uzayinsanı gönderebiliyorsak, hem de iki kez, tank palet fabrikasını 50 milyon dolara satmamızın hiç gereği olmaz! Bu ancak zorunlu kalmadıkça başvurulabilecek bir satış değildir. Böyle bir zorunluluk ortada yokken bu satış düşündürücüdür.

Bundan sonrası tufan mı diyelim? Yoksa bu gidişe tüm muhalefet dur mu diyelim? Hepimiz bu soruların yanıtını düşünmek ve birleşmek zorundayız; çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği için. Bir yerlere sığınmak zorunda kalmamak için, topraksız kalmamak için, ele avuç açmamak için.

Hep birlikte yorumlayalım.

Üreticinin durumunu en açık haliyle tanımlayan şu dizelerle bitirmek isterim yazımı:

“Memmed emmi irezil, aha Memmed emmi”

Sebebi ondan rezil, “dehha memmed emmi”

…………………….

“Bir çift öküz yeter mi aha Mehmet emmi

Böyle baca tüter mi dehha Mehmet emmi

Çoluk çocuk uyumaz aha Mehmet emmi

Aç insanlar yatar mı dehha Mehmet emmi

Bu tarla susuz tarla aha Mehmet emmi

Daha zorla ha zorla deha Mehmet emmi

İlçeye yolculuk var aha Mehmet emmi

Sür eşeği tımara dehha Mehmet emmi

On çocuk arpa yiyor aha Mehmet emmi

Beyler buna ne diyor dehha Mehmet emmi

Sarı sıcak yamandır aha Mehmet emmi

Gölge bunu bilmiyor dehha Mehmet emmi

Mehmet emmi ire zil aha Mehmet emmi

Vallahi yalan değil dehha Mehmet emmi

Gidelim mahkemeye aha Mehmet emmi

Mahzuni Şerif kefil dehha Mehmet emmi”

9 Haziran 2024

Sami Aydoğan Taban Fi̇yat