Yaş ilerledikçe daha az uyuduğumuz biliniyor. Günde dört-beş saat kadar uyku yetiyor, daha fazla uyuyamıyorum. Gündüzleri uyku hiç aklımıza gelmiyor.
Bu arada uyku düzensizliği sorunu da ciddi ciddi etkiliyor gündelik yaşamı. Gecenin bir yarısı uyanıp bir daha uyku tutmaması, kitap okuyarak oyalanayım derken gözlerimin yorulması, bu kadar okuma yeter deyip ışığı kapatarak karanlığa gömülmek de pek işe yaramıyor. Ne yapsam, ninemin çocukluğumda önerdiği gibi yüze kadar koyun saysam mı içimden?
Uyku kaçınca insanın aklına o kadar çok yaşanmışlık, sevinçli olduğu anlar, hüzün sahneleri, pişmanlıklar, yaptığı başarılı işten duyulan memnunluklar geliyor ki! Anılar birbirini kovalıyor. Anlak bir film izler gibi gözden geçiriyor yetmiş yıllık yaşamı.
Uyku tutmadığı geceler sessizce kalkar, yürüyüş giysilerimi giyer, eve en yakın parktaki yürüyüş yolunda birkaç tur atarım. Yürüyüşün verdiği yorgunlukla eve gelip yatağa uzandığımda daha rahat uykuya geçtiğimin ayırdına vardım. Günlük yaşamda bir hobi geliştirmek, kendine göre bir iş yaratmak, varsa torunlarla ilgilenmek gibi uğraşlarla emekliliği yürütmek daha çok keyif almasını sağlıyor insanın.
İşte böylesi bir gece yarısı uykum bölündüğünde çıktım yürüyüşe. Gecenin loşluğu, park lambalarının yalnızca kendi dibine ışık verdiği ortamda gölgesiyle yolu daha da karartan bir ağacın altından çekinerek, biraz da dalların çıtırtısından ürkerek geçerken kafamı bir şeye öyle şiddetli çarptım ki sormayın! Bir an yıldızlar uçuşmaya başladı gözümün önünde. Daha neye çarptığımı kavrayamadan, ne olduğunu anlayamadan hafif bir hışırtı koptu, iyiden iyiye tedirgin olmaya başladım. Yanıma yöreme pıtır pıtır bir şeyler dökülmeye başlayınca kendimi ağacın altından daha açık, daha aydınlık bir tarafa atmaya çalışırken alnımın ortasında çok sert olmayan bir şey patladı. Yüzüme gözüme kaygan bir sıvı bulaşmaya başladı. Elimi yüzüme sürmemle birlikte yapışkan sıvı parmaklarıma bulaştı, neye uğradığımı şaşırarak ve gözümü açmaya çalışarak parktaki lambalardan birinin altına ulaştığımda anladım yüzüme bulaşanın bir yumurta olduğunu. Ne olduğunu anlamaya başladığımda, başıma gelen bu tuhaf duruma gülmeye başladım. Bu gariplikler de hep beni mi bulur! Burun akmasına karşı cebimde sürekli bulundurduğum birkaç parça kağıt havlu ile yüzümü silmeye çalıştım. Etrafta kimse yok ki birlikte değerlendirelim ne olduğunu! Pıtırtı sesi azalınca yeniden ağacın altına döndüm, bu kez ayağımın altında bir şeylerin yuvarlandığını ve ağırlığımla ezildiğini duyumsadım. Eğilip bu nedir diye elime aldığımda ne gördüm dersiniz?
Buğday taneleri!
Bildiğimiz buğday taneleri!
Her tarafa saçılmış!
Beni irkilten ses de dökülen buğday tanelerinin dökülme ve yere çarpmasıyla oluşan hışırtıymış.
Alnıma çarpan da bir yumurtaymış? Buğdayı anladık da, bu yumurta neyin nesi oluyor? Şaşkınlıkla düşünürken asılı sepetler arasında daracık naylon file keseler içinde sallanan yumurtalar gözüme takıldı. Meğer duyarlı yurttaşlar fiyatı tavan yapan yumurtaları da askıda ikram etmeyi tasarlamışlar! Hani askıda ekmek, askıda şu, askıda bu duymuştuk da askıda yumurta aklımıza gelmemişti. Aklınızla bin yaşayın değerli yurttaşlar, bir yumurta bir yumurtadır. Alamayanlar için büyük nimet!
Yakında askıda zeytin, peynir de konur mu acep? Neyzen Tevfik yaşasaydı bugünleri, ne dörtlükler döktürürdü!
O an aklımın bir köşesinden dökülüverdi öneri. İnsan belleği ne çabuk unutuyor ve de beklenmeyen anlarda anımsıyor.
Meğerse, son günlerde fazla göremediğimiz bir böyyüğün ‘askıda buğday’ önerisine uyan bir yurttaş askı bulamamış, sık örülmüş yayvan sepetlere doldurduğu birer ‘gülek’ buğdayı ağaçlara asmamış mı?
İşte kafamı çarptığım nesne bu askıda buğday sepetiymiş! Alnımı tosladığım nesne de bir yumurtaymış!
Dikkatle baktığımda, parktaki hemen her ağaca yurttaşlar çağrıya yanıt olarak birer yayvan sepet dolusu buğday asmışlar! Birkaç tane de yumurta. Bunu da kimseyi incitmemek için karanlık bastığında yapmışlar. Başımda bin bir düşünceyle loş ışık altında sallanan askı-sepetleri ayırt edememişim. Park ağaçlardan sallanan buğday sepetleriyle ve loş ışıkta beyaz beyaz parıldayan yumurtalarla dolu! Ben ayrımına varmamışım askıdakilerin! Umarım benim gibi dikkatsiz bir koşucu park içinde koşarken bu askılardan birine çarpıp beyin sarsıntısı geçirmez veya gözünü yumurtanın akıyla sarısı kapatmaz.
Hay aklınla bin yaşa değerli yurttaş! Bunca buğdayı bir çuvala doldurup, götürüp bir çiftçiye armağan etseydin daha yararlı olmaz mıydı? Yumurtaları da bir köşede gelen geçenlerin eline tutuştursaydın…
Hem bu kadar gülek dolusu buğdayı nereden buldun, yoksa bilinmez ücra bir yerde gizliden gizliye buğday mı üretiyorsun, haşhaş üretir gibi?
Bu arada, ülkede haşhaş, kenevir üretmeyi yasaklamanın mantığı nedir? Üreticinin kenevir gibi değerli bir ürünü yetiştirmesinin sakıncası ne olabilir? Yasadışı madde üretiminden kuşkulanılıyorsa ilgili kurumlar sıkı denetim altına alır ve ürün ziraat odalarının veya ofislerinin denetiminde pazarlanır. Bu yasağı sürdürmeyi kavrayamıyorum. Yoksa bu ürünlerin üretimi de çok uluslu şirketlerin iznine mi bağlandı? Ülkeyi saran yabancı şirket ağları bu ürünlere de mi çengel attı?
Bir an önce üretici bu ürünleri üretmeye başlamalı ve bu ticari ürünler hem eczacılık alanında hem de uluslararası ürün piyasasında hak ettiği yere yerleşmeli.