“Tek sesli koroya dahil olmak istemezseniz, tepkilere hazır olmalısınız.

Öncelikle kendi mahallenizden gelir suçlamalar.

‘Niye bizim gibi düşünmüyorsun’ soruları; sürüye boyun eğmek zorundasın yaklaşımı, dinsel bir sorguya bile dönüşebilir, çoğu zaman.

‘Yoksa sen de mi onlar gibi oldun, davamızı mı satıyorsun?’ sorguları peş peşe gelir.

… …

‘Hangi dava, ne davası, (ben de) fanatik mahalleli (gibi) olmak zorunda mıyım?

Ne fırsatları değerlendirmek ne yıldızların yükselişini yakalamak ne de siyasi arenada şahsi ikballere kavuşmak gibi bir derdim var...’ demeye kalmadan; mahalleli kıyıcılığı, ‘Kimlerle yan yana duruyorum, burada ne işim var?’ sorusunu sordurur insana...

... …

Müslümanların başa geçmesini istemiyor musun?

Bizi içimizden mi vuruyorsun?

Sen Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını, neden istemiyorsun sürtük! diyen dinciler.

Dinciler diyorum, çünkü Müslüman ahlakını benimsemeden dindarlık iddiasında olanlarla da bir kadına sadece siyasi alanda farklı fikirlerin tartışılabilir olmasını seslendirdi diye hakaret edebilenlerle de bir kardeşlik hukukumuzun olmadığını, düşünüyorum.

Tüm bu saldırılar, koroya dahil olmadığım ve ‘cumhurbaşkanlığı tartışmalarını gerilim konusu yapmadan, çözüm alternatifleri üretemez miyiz?’, dediğim için...”

*    *    *

Yukarıdaki yazı, Yeni Şafak Gazetesi Köşe Yazarı Sayın Ayşe Böhürler’in,  “Ar’af” başlıklı köşe yazısından (özetlenerek) alıntılanmıştır.

Dinci basın, AKP üyesi, Ayşe Böhürler’e, “Cumhurbaşkanlığı gerilim konusu yapılmamalı” dediği için, “sürtük” diyor.

Düşünebiliyor musunuz, “sürtük” dedikleri Ayşe Böhürler, türbanlı, dindar bir Müslüman Hanım.

Aynı zamanda AKP’nin MKYK üyesi.

Ve yine aynı zamanda da AKP’nin en hızlı savunucusu

Ama...

Ama ona da “sürtük” diyorlar.

Niye?

“Cumhurbaşkanlığı, gerilim konusu yapılmamalı...” dediği için.

İşte dinci basının tepkisi.

İşte AKP’nin (kendi içlerinden birinden bile gelse) en ufak muhalefete dayanamayıp, içinden çıktıkları kültüre yakışır bir tepki biçimi.

Sürtük...

*    *    *

Öte yandan Sayın Tayyip Erdoğan da (arada sırada coşup) “... Demokrasiye inanacağız ve saygı duyacağız” diyor. Ardından da ekliyor; “Hem demokrasiye hem de birbirimize...”

Bu güzel sözlerden etkilenmemek mümkün mü?

Ben de etkileniyorum.

Sonra?

Sonra “Acaba...” diyorum, “acaba” ...   

28 Mayıs gecesi de aynı şeyleri söylemişti. “...Ben 52,4’ün de mesajını aldım. Ben 52,4’ün de Cumhurbaşkanıyım. Birbirimize saygılı olacağız... Uzlaşacağız... Dayatmayacağız... Gerilim yaratmayacağız...”

Ondan önceki tarihlerde de çok daha önceki tarihlerde de bambaşka güzel(!) sözler dökülmüştü ağızlarından...

Eleştirilere, uyarılara ve bilim güder cumhuriyetin değerlerine saygılı olacaklardı.

Öyle başlamışlardı.

İktidara yeni geldikleri günlerde ağızlarından bal akıyordu.

Ama bugün, kendi üyelerine, kendilerinden birine, türbanlı, muhafazakâr, dindar bir hanımefendiye (bile) “sürtük” diyorlar.

Sürtük!...

*    *    *

İşte insanlar, AKP’den bunun için korkuyor, bunun için onlara güven(e)miyor.

Tüm güzel sözlerin, tüm güler yüzlerin, hedefe ulaşıncaya kadar olduğunu sezinliyor.

Hedefe ulaşıldığı an, demokrasi tramvayından inileceğini; inildiği andan itibaren de tavrın değişeceğini biliyor.

Ve yine bu insanlar şunu da çok iyi biliyorlar ki; bu dinci güruh, hedefe ulaşıp, kendilerini sağlama aldıkları gün; kendilerinden biri olan, türbanlı dindar Ayşe Böhürler’e yapıştırdıkları “sürtük yaftası”, çok ama çok hafif kalacak.

*    *    *

Sürtük!...

Bu sözcük beynimi kemiriyor.