Siz hiç ölü ev gördünüz mü?
??!!...
Ölü ev!
Ben görmedim, görmediğim gibi “ölü ev nasıl olur bilemedim,”
* * *
Kırklarelili yazar Burak Akkul yazmış.
Şöyle diyor Akkul yazar.
“…Ben gördüm.
Hem de 3 adet.
O nedenle evimdeki gereksiz her şeyi vaktiyle dağıtmanın yoluna bakıyorum…
Bu sayede; benim için değerli olan şeylerin başkaları için son derece değersiz olabileceğini öğrendim.
Sizin de varsa böyle gereksiz şeyleriniz; vaktiyle dağıtın yoksa geride bıraktıklarınıza çok yük oluyorlar…
… ...
Siz hiç ölmüş bir evde kaldınız mı?..
Tabakların dolaplarda öldüğü, en güzel fincanların, gümüş tepsilerin, kristal bardakların raflarda can verdiği bir evde?
Bir ev, içinde yaşayanlar öldüğü anda ölmez.
Evin ölümü daha uzun sürer, onun ölümü illa ki daha yavaş ve daha acılıdır.
Açılmaya başlanan çekmeceler ve içindekiler ölür önce…
Gümüş çatal bıçak takımları ve kutu kutu dantel sehpa örtüleri, rahibe işi masa örtüleri ölür sırasıyla…
Hiç kullanılmamış olsa bile o çekmecelerde o kutularda yaşayan örtüler, evin sahibi öldükten sonraki “göz atılmalar” sırasında, büyük bir acıyla ölürler…
Çekmecesiyle birlikte ölürler.
Çekmecenin ferforje kulpu, topuzlu anahtarı, üzerindeki camlı büfesi, bir iki “bakılmadan sonra” ölür…
Sıra yerdeki hereke’lere, bünyan’lara gelir…
Yıllarca üzerinde gezen sahibinin pazar işi terlik topukları delmez de, ondan sonra gelenlerin “acaba ne yapsak bunları” bakışları, kurşuna dizmiş misali deler, öldürür onları…
Masalar ölür “ah nasıl taşıyacağız bunları” laflarını duyunca, biblolar ölür “kime vereceğiz bunları” sözleri üzerlerinde uçuşunca…
Onca yıl yaşanan evdeki ayna sırları düşmüştür, kenarı kırılmıştır, çerçevesi solmuştur ölmemiştir ama, şimdi yabancısı baktığı gibi ona, oracıkta ölmüştür…
Yatak bazası altındaki hurçta misafir takımları, banyodaki hasır kutuda lavanta keseleri; yıllardır el değmemiştir, ölmemişlerdir de, ne yapacağız bunları diye değen ilk el, öldürür onları…
Bakılmayan fotoğraflar, bakılmadıkları yerlerde yaşarlar; nereye koyacağız şimdi bunları diye bakan ilk kişinin ellerinde ölürler…
Tüm eşyalar iç geçirirler son nefeslerinde “en azından o gün, elbiselerle biz de gitseydik, acı çekmeden ölüp bitseydik” diye…
Aynadaki sır değildir ki bu, herkes bilir; evin ruhu şimdi, tuvalet dolabındaki tuz ruhu olsa, daha değerlidir…
Siz hiç ölmüş bir evde kaldınız mı?..
Kalmayınız…
Ölmezsiniz ama, ağır yaralanırsınız.”