Bu iki köy mahalle kadar yakındır birbirlerine. Kış geceleri gece oturmalarına giderler birbirlerine. Bazen yolda karşılaşırlar, hangi köy yakınsa oraya dönerler. Yerler içerler, mutlu birliktelikleri olur. Bu iki köy kurulalı aralarında hiç kavga olmamıştır. Sınır anlaşmazlıkları yoktur. Fanatik değillerdir. Bağnazlık yazmaz bunların kitaplarında. Sevgiyle yüklü neşeli insanlardır…”
1995 yılının temmuz başında Ankara’da, yeniden buluşmuştuk Musa Ağabeyle. Geçen yıllarda katıldığım, 3-4-5 Temmuz “Devrek Baston ve Kültür Şenliği”, 19 Mayıs 1996 “Ankara Kitap Fuarı”, 19-20 Ekim 1999 “Bartın Kitap Fuarı” etkinliklerinden oluşturduğum “Geçen Yüzyıldan Anılar” adlı taslak kitabımda, bu birlikteliği şöyle anlatmıştım:
“1 Temmuz 1995 günü Edebiyatçılar Derneği Genel Kurulu toplantısına geldiğimde Musa Ağabey’le karşılaşmıştım. Toplantı sonrası beni bırakmamış, o akşam Keçiören’deki evinde konuk etmişti. “Kocareis“ dediği eşi de kendisi gibi konuksever ve sevecen bir insandı. Evleri gibi yüreklerini de tüm içtenlikleriyle açmışlardı bana. Bu Anadolu konukseverliğinin “Çorumluca” güzel bir örneğiydi. O zaman, gece saat sabahın 03’lerine değin söyleşmiştik. İlk kitabı “Nereden Nereye” özgeçmişiyle ilgili bir çalışmaydı. Bu yapıtını 65’inden sonra çıkarmıştı. Burada kendi deyimiyle, “65 yıllık inişli çıkışlı çileli bir yolculuğun öyküsü”nü anlatmaktaydı. Öykülerden oluşan “Sokakta Sözleşmiştik” adlı ikinci kitabını ise, 1995’in Kasımında İstanbul (TÜYAP) Kitap Fuarı’nda imzalamıştı adıma.
O gece, çalışmaları konusunda da ayrıntılı bilgiler edinmiştim. Yeni bir çalışma üzerindeydi Musa Ağabey. Kafkasya göçmeniymiş dedesi. Çocukluğunda çok şeyler dinlemiş dedesinden; Kafkasya üzerine, ata yurdu üzerine. Dedesinin anlattıklarından çok etkilenmiş o zaman. Ama hiç unutmamış. Seneler sonra, oturmuş yazmaya başlamış. Ama ata yurdunu görmeden oraları düşsel olarak anlatmak çok yüzeysel olurdu elbet. O da bu çalışmasını tamamlayabilmek için mutlaka Kafkasya’ya gitmesinin gerekli olduğunu söylemişti o zaman.
Musa Ağabey daha sonra bu düşünü gerçekleştirerek, Kafkasya’ya gidecekti. Oraları gezecek, dolaşacak, gerekli araştırmayı yapacaktı. İki yıl sonra da dedelerinin yurdu Kafkasya’yı, orada savaşlarla yaşanan insanlık dramını ve Anadolu’ya göçü “Üç Atlı” adıyla romanlaştıracaktı.)”
Sonrasında ise, yazmasını aralıksız sürdürecek; “Bir Aydınlık Ağacı: Hamdi Konur”, “Tıkı”, “Kalemim Kaydı” kitaplarını yazıp yayınlayacaktı. Sırada yayınlanmayı bekleyen “Sefure” adlı yapıtının olduğunu da biliyorduk.
“Musa Ağabey “Emmi” sıfatına layık, halkın içinden gelmiş, açık sözlü, sevecen, dost canlısı, dostluğuna güvenilir, gönlü ve yüreği harman yeri kadar geniş bir halk adamıydı. 80 yıllık yaşamında çektikleri saçlarının aklarında ve yüzlerinin çizgilerinde gizliydi O’nun.
Musa Emmi, 17 Nisan 2007’de Köy Enstitüleri’nin 67. kuruluş yıldönümünde memleketi Çorum’daydı. Atatürkçü Düşünce Derneği Çorum Şubesi’nde düzenlenen etkinlikte konuşmacıydı. İlgi yoğun, salon doluydu. Bir söyleşi havası içinde geçen toplantıda:
Ülkemizin kurtarılıp, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin kuruluşundan sonra; “Asıl savaş şimdi başlıyor” diyen Mustafa Kemal’in birçok yenilikler başlattığını söyledi. Bunlar; sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel v.b alanları kapsıyordu.
Özellikle birbirini izleyen ve birbirini bütünleyen Atatürk’ün eğitim ve kültür kurumlarından söz etti kısaca. Bunlar 21 Nisan 1931’de açılan “Türk Tarih Kurumu”, 19 Şubat 1932’de açılan “Halkevleri”, 12 Temmuz 1932’de açılan “Türk Dil Kurumu” ile plan ve projesi Atatürk döneminde hazırlanan, ancak; ölümünden kısa bir süre sonra yaşama geçirilen, Hasan-Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ ikilisinin gerçekleştirdiği ve 17 Nisan 1940’ta açılan “Köy Enstitüleri”ydi…”
Kısa zamanda sayıları 21’e çıkan Köy Enstitülerinin ülkemizi aydınlığa çıkartacak, uygarlığa, çağdaşlığa, varsıllığa ulaştıracak kurumlar olduğunu belirten Musa Uysal; Köy Enstitüleri ile başlayan aydınlanma sürecinin ne yazık ki, bu eğitim kurumlarının kapatılmasıyla kesintiye uğradığını söyledi.
Köy Enstitüleri ile ilgili öğrencilik anılarından da kısa anlatılar sundu Musa Uysal. Birisi şöyleydi.:
“Başımızda bizden büyük arkadaşımız Cemal Akbulut olduğu halde, Kastamonu’dan Göl Köy Enstitüsü’ne doğru yola çıktık. Okula aşacak tepeye vardığımızda, gördüklerimizle şaşırıp kaldık. Bizden önce gitmiş olanlar amele gibi çalışıyorlardı. Oysa biz, okumaya gelmiştik. “Dönelim,” dedik. “Çalıştıktan sonra babamızın bağı, bahçesi, tarlası ne güne duruyor. Gider orada çalışır, üstelik sıla özlemi de çekmeyiz.” Cemal Akbulut önümüze geçerek: “Bakın,” dedi. Omzunu açıp, yara izini gösterdi. “İki yıldır İzmir’de hamallık yapıyorum. Bu da hamallık ipinin yarası… Biz okumaya, adam olmaya geldik. Geri dönmek yok. Gerektiği yerde amele gibi de çalışacağız ama okuyacağız.” Diye bizi okula yöneltti yeniden. Bizler 12-13 yaşlarında, Cemal Akbulut ise 20 yaşlarındaydı. Yani, bizlerden 7-8 yaş büyüktü. Onun bu ağabeyliğini unutamıyorum.
(SÜRECEK)