ANI

“Günaydın Sami?” Sesinden tanıyorum Ömer’i, dönüp “Günaydın Ömer, haydi hızlan da alalım çocukları yemekhaneye.”

Hızlanıyoruz, çocukları yatakhaneden dışarı çıkarmamız, biraz hava almalarını sağladıktan sonra yemekhaneye almamız, olaysız bir şekilde kahvaltılarını yaptırmamız, yarım saat kadar okul sınırları içinde dolaşmaları sırasında denetlememiz ve sabah etüt saatine içeri, sınıflara almamız gerek. Biraz ilerde, dersliklerin ve öğretmenler odasının olduğu binanın köşesinde Fidan da bize katılıyor, kız öğrenci yatakhanesinden sorumlu nöbetçi öğretmen arkadaşımız. Üç kişilik nöbet ekibiyiz. Binanın köşesini ve yemekhaneyi geçiyoruz üçümüz, sonra Fidan öğretmen sağa dönüp kızlar yatakhanesine yöneliyor, Ömer’le ben binanın öteki ucundaki kapıdan erkekler yatakhanesine.

Öğrencileri düzen içinde çıkarıyoruz, biraz hava almak, serinlikte kendilerine gelmeleri için yarım saat süren serbest zaman başlıyor. Kimileri koşarak öğrenci lokaline yöneliyor, burada bir bardak çay içmek büyük ‘sükse’ bazıları için. Bazı öğrencilerim ise hiç umursamıyor, hatta çoğu arkadaşlarının durumlarını düşünerek orada ellerinde çay ile dolaşmayı uygun bulmuyor, içmiyorlar, ya da bir bahaneyle arkadaşlarını da yanlarına alıp çay tepsisini kendileri taşıyarak birlikte içmeyi tercih ediyorlar, dikkatimden kaçmıyor. Bu öğrencilerimin paylaşımcı, arkadaşlarını önemseyen tavırlarını çok beğeniyorum. Bu çayı alamayacak kadar az harçlığı olan öğrencilerim de var, özellikle bu arkadaşlarını seçiyorlar. Dayanışma çok önemli.

Yaklaşık kırk sene sonra bile birbirleriyle buluşmaktan keyif alıyor, anı tazeliyorlar. Bazen beni de davet ediyorlar yemeklerine, etkinliklerine, katılıyorum. Onlar benim öğrencilerim olmakla birlikte güven duyduğum, sırtımı dayayacağım dostlarım. Ağaç dikme şenliklerine de çağırmışlardı, hep birlikte, öğrencilik yıllarındaki içtenlikleriyle tiyatro alanının etrafına kendi ellerimizle çamlar dikmiştik, bayram havasında.

Çayını alan üst sınıf öğrencilerinden bazıları binanın arkasına geçiyor, birer sigara tüttürmek için, biliyoruz. Sigaranın zararlarını ne kadar anlatırsak anlatalım önleyemiyoruz içilmesini. Yavaş yavaş o tarafa yöneliyorum, beni gören öğrenciler hemen sigaralarını söndürüp öteki köşeden ‘arazi oluyorlar’. İçimden bağırmak, arkalarından koşmak, tutanak tutup disipline sevk etmek gelmiyor.

Ancak derse girmeden önce bayrak töreninin yapıldığı beton alandaki toplantıda, yaşamı boyunca ağzına tek bir sigara almamış bir kişi olarak, sigara konusunda sıkı bir söylev çekiyorum. Bir işe yarıyor mu? Pek yaradığını söyleyemeyeceğim. Konuşurken nefesleri nikotin kokan ağızlardan hiç hoşlanmadım, kokunun gelmeyeceği uzaklıkta durmaya özen gösterdim, çoğu arkadaşımın ve yakın çevremin tuhaf bulmasına karşın. Benim için katlanılamaz bir koku.

Söylev bitince öğrencileri yemekhaneye, kahvaltıya alıyoruz. Yemekhanede insanın başını ağrıtan bir uğultu yükseliyor. Öğrencilerim birbirleriyle şakalaşarak, söyleşerek, bazen kahkahalarla gülerek, neşe içinde kahvaltılarını yapıyorlar. “Susun, gürültüyü kesin.” demek istemiyoruz, keyiflerini bozmayalım çocukların, derse güler yüzle başlasınlar. Neşe içinde başlayan gün yine aynı güzellikte gitsin, dileğimiz. Fazla azarlanırlarsa alışkanlık haline gelir, arsızlaşırlar, bu kadar yüz göz olmaya gerek yok, çocuğunla bile ki bunların hepsi çocuklarımız.

Toplumu sen, ben, biz, çocuklarımız, oluşturuyoruz.  Araya belli bir mesafe koymakta yarar var, sınırı korumalı, düzeysizliğe izin verilmemeli ve bu uygun bir dille, en azından tavırla hissettirilmeli. Toplum içinde karşılıklı saygı düzeyinde gelişir ilişkiler. Önce kendine saygıyı öğrenmeliler, kendisine saygı duymayan başkasına da duymaz. Teşekkür etmeyi bilmeli ve kendilerine de teşekkür edilmesini beklemeliler. Aynı görüşü paylaşmasalar bile saygı duyarak dinlemeli ve kendilerini de aynı saygı çerçevesinde dinletmeliler. İş yaşamı da böyledir.

Kahvaltıdan sonra da bir saat sürecek etüt saatleri var. Bu saatte çocuklar akşam etüt saatinde yetiştiremedikleri derslerini çalışacak, yetiştirenler ellerine birer kitap alıp okuyacaklar. Ya kendi kitapları ya da çok zengin olan okul kitaplığından ödünç aldıkları kitapları okuyarak sessiz kalacaklar. Çalışan arkadaşlarını rahatsız etmelerine izin verilmez. Kurala uymak zorundalar, ancak tuvalete gitmek isteyenlere çok sessiz olmaları koşuluyla izin verilir. Kitaplığımız sürekli çoğalan yapıtlarla çok daha zenginleşti. Öğretmen arkadaşların, okul döner sermayesinin ve okulumuzun sınırları içinde bulunduğu köyden yetişen iş insanlarının katkılarıyla her yıl daha da çok kitap ediniyoruz.

Okulum bu kez başkentin bir saat kadar doğusunda bir köy sınırları içinde kurulmuş yatılı bölge öğretmen okulu. Bu okul yerleşke ve binalarıyla eski köy enstitüsü, yüksek köy enstitüsü, uzunca bir süre ilk öğretmen okulu. Günümüzde öğretmen liselerine dönüştürülen okullarımızdan biri. Köy enstitülü öğretmenler ve öğrencilerinin elleriyle ördükleri duvarlar, yer yer sıvaları dökülmüş olsa da hâlâ çok sağlam. Öğrenci lokalinin karşısında resim işliği binası yer alır; resim öğretmeni arkadaşımızın gayretiyle heykel müzesine dönüştürüldü. Köy enstitüsü yıllarından kalma eski bina sapsağlam, “Ben enstitülüyüm, yıkılmam.” der gibi duruyor.

Etüt saati bitti, öğrenciler moladalar. Kimi geziyor, kimi arkadaşlarıyla sohbette, kimi derslerini yetiştirmeye çalışıyor. Biz de yorulduk nöbette ayakta kalmaktan. Öğretmenler lokalinde birer çay alıyoruz, ellerimizde çay bahçeyi gözlüyoruz. Fidan öğretmen okul binasında, o çay içmek istemedi. Zil çaldı, öğrenciler derse giriyor, öğretmen arkadaşlar da kimi öğretmenler odasından, kimi lojmanlarından hızlı adımlarla sınıflarına giriyor. Biz de, nöbetin arkasından derslerdeyiz. Nöbetçiyiz diye derslerden muaf değiliz. Normal program sürüyor.

Sabah derslerinden sonra bir buçuk saat kadar süren yemek molası başladı. Yemekhanede öğrenci öğretmen hep birlikte yemek yiyoruz. Bizim masamıza yakın geçen öğrencilerimin “Yarasın öğretmenim.” dileklerini hiç unutmam. Ben de yakındalarsa karşılık veririm, uzaktalarsa bir mimikle veya gülümsemeyle yetinirim.  Yemekten sonra nöbet yerlerimize geçiyoruz. Herhangi bir olaya müdahale edip sonlandırmak, gerekiyorsa tutanakla nöbet defterine işlemek üzere bekliyor, öğrenciler arasında dolaşıyoruz.   

Okul müdürümüz disiplinli, deneyimli bir öğretmen. Yöneticiliğinden bütün öğretmenler ve öğrenciler memnun.  Öğleden sonraki dersler de bitiyor, öğrenciler akşam yemeğine kadar yine serbest saatteler. Akşamüstü serinliği yüzümüzü yalıyor, öğrenciler elleri ceplerinde birbirlerine sokularak, aralarında fis-koslarla, arada bir kahkahalar atarak yerleşke içindeki yollarda aşağı yukarı dolaşıyorlar. Biz, üç nöbetçi öğretmen, nöbetteyiz, gözlerimiz en ufak ayrıntıya kadar odaklanarak. Nasıl odaklanmasın, en ufak bir olay anında büyüyebilir, çözümlemek bizim görevimiz. Belirlenmiş nöbet yerlerimizde, öğrenciler arasında pür dikkat dolaşıyoruz. Öğretmen okullarında nöbet yirmi dört saat sürer, ertesi sabah yeni nöbetçi arkadaşlara devredinceye kadar. Arada bir “Çarpma arkadaşına, sorun çıkarma.” gibi uyarılarda bulunuyoruz. Yemekten sonra, yarım saat kadar mola, hemen arkasından akşam etüt saati başladı. Yatma saatine kadar öğrencileri denetliyoruz, koridorlarda dolaşıyoruz, bir sorusu olana yanıt veriyoruz. Koridorlarda tuvalete gitmek isteyenlerin ayak seslerinden başka ses yok.

Etüt bitiminde sayımı yapıp öğrencilerimizi yatıracağız, yorucu bir günü daha bitirmiş olacağız.

1978, Güz. Hasanoğlan Öğretmen Okulu