1935 yılında hazırlıklarına başlanan, 1937'de ilk kez denenen, 1940 yılında resmen kurulan bir kurum idi. Ama 1946'da tasfiye süreci başlayan, 1954'te tabelası indirilen bir kurum oldu.
Zamanın Milli Eğitim Bakanı H. Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İ. Hakkı Tonguç, ülkeyi 21 bölgeye ayırmış, 21 Köy Enstitüsü kurmuşlardı.
"Eğitim içinde üretim, üretim içinde eğitim" şiarında ifadesini bulan, binasını kendi yapan; bağını, bahçesini kendi işleyen; yiyeceği sebzeyi, içeceği sütü kendi üreten kominal bir toplum yaratmışlardı.
Ve Anadolu'nun bozkırlarında, sosyal bir uyanışın fitilini yakmışlardı.
***
Çünkü bu ülkede:
-Eğer halen çocuk gelinler var ise...
-Eğer halen töre yasaları yaşıyor ise...
-Eğer kadına şiddet ve cinayet halen ve artarak devam ediyor ise...
-Ve de Cumhuriyetin 93 'üncü yılında bile yaşanıyor ve halen bunların nedeni cehalettir deniliyor ise...
Peki, nasıl yenilecekti bu cehalet?
Elbette ki aydınlanma ile... Elbette ki bir kültür devrimi ile...
İşte Köy Enstitülerinin ana işlevi bu olacaktı.
Yani Köy Enstitüleri bir ihtiyacın ürünü idi. O gün 17 milyona yakın Türkiye'nin nüfusunun 14 milyonu, yani % 82'si köyde yaşıyordu.
Atatürk bir konuşmasında, "İşte bu köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bu nedenle bizim takip edeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, evvela mevcut cehaleti yok etmektir" demişti.
İşte sorun bu idi.
***
Ama olmadı, olamadı...
1945 yılından sonra Türkiye'nin Batı Bloku içinde yer almasıyla soğuk savaşın dayatmalarına ve içerdeki işbirlikçi toprak ağalarının baskısına direnilemedi.
Nitekim dönemin CHP Van Milletvekili ve büyük toprak ağası Kinyas Kartal, "Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti..." diyerek...
1946'da DP'den Eskişehir Milletvekili ve büyük toprak ağası Abidin Potuoğlu, "bunlar yetiştiklerinde bizim kafamızı keserler" diyerek toprak ağalarının tepkilerini dillendirmişlerdi.
Yani sosyal bir uyanış, soğuk savaş döneminde hem Batı için hem de bu toplumun güç odaklan için tehlikeli bir olgu olarak görülmüştü.
Sonuçta olanlar oldu: Köy Enstitüleri ile başlatılan "sosyal uyanış" bastırıldı. 1946'dan itibaren içi boşaltılıp işlevini yitiren Enstitüler 1954'te temelli kapatıldı.
Ve aydınlanmanın ve sosyal uyanışın karşısındaki irade, Köy Enstitülerinin arkasındaki iradeye galip geldi.
***
Ama ne Köy Enstitüleri unutuldu bu ülkede ne de Köy Enstitü kuşağı. Çünkü:
-Amerikan emperyalizmine sesini yükseltenler ilk o kuşak olmuştu.
-Barış adı altında giren emperyal yardımlara ilk onlar hayır demişti.
-Laik ve demokratik eğitimin sesini ilk onlar yükseltmişti.
-Sabahattin Eyüboğlu'nun ifadesiyle "Cumhuriyetin köylerde ilk sözcüsü" o kuşak olmuştu.
-Ve romanlarında, öykülerinde Anadolu'yu ilk o kuşak konuşturmuştu.
Ve de örgütlü öğretmen hareketini ilk onlar yükseltmişti.
Ve bunun için büyük bedel ödeyenler, ilk onlar olmuştu.
Elbette bilmek gerekir ki:
-Bugünkü sendikal örgütlenmenin gerisinde, ödenmiş büyük bir bedel vardır.
-Bu bedel 1946 yılında başlamıştı, 1971 ve 1980 darbelerinde en ağır biçimde ödenmişti.
-Ve de bu bedeli ödeyenlerin büyük çoğunluğu, Köy Enstitülü kuşaktı.
-Cumhuriyet döneminin efsanevi öğretmen kuruluşları olan TÖDMF, TÖS ve TÖBDER'in hem kurucusu olmuşlar hem de insan gücünü oluşturmuşlardı.
-Bildiklerini ve bilgilerini parayla satmamışlardı.
-Gerektiğinde canını, gerektiğinde malını feda etmişlerdi.
Elbette onlara bu ruhu veren:
Cumhuriyet değerlerine duyulan yüksek sadakat, Köy Enstitülerinde verilen eğitim ve de özellikle orada oluşan "komünal" bir eğitim ortamıydı.
***
İşte 76 yıl önce aydınlanmanın fitilini yakan, kısa bir zamanda böyle bir kuşak yetiştiren Köy Enstitüleri, toprak ağalarının ve Batı işbirlikçisi güçlerin baskısı sonucu kapatıldı.
Ne yazık ki, günümüz Türkiye'sine bakıldığında büyük eksikliği hissedilen bu kurumları, o gün cumhuriyeti kuranlar bile koruyamadı.
Ama yine de ilk kez Anadolu gerçeğinden doğan Köy Enstitüleri, UNESCO'nun gelişmekte olan ülkelere önerdiği efsanevi bir kurum olarak yerini aldı.