Bugün bu kanlı kalkışmanın 6’ncı yıldönümü… Bugün bir kez daha hatırlayalım o karanlık günü…

İnancını ABD'nin hizmetine sunmuş ve devletin sinir uçlarına sızmış, ordu, yargı, istihbarat ve eğitim başta olmak üzere devletin tüm birimlerine yerleşmiş ve de yerleştirilmiş bir cemaatin, Cumhuriyete başkaldırısı idi 15 Temmuz.

İncirlikten kalkan tanker uçakların desteklediği F-16’larla, tanklarla İstanbul ve Ankara sokaklarında katliama dönüşen bir kalkışma idi 15 Temmuz.

TRT Ankara Radyosu'ndan “Cumhurbaşkanı gaflet, dalalet, hatta hıyanet içinde...” diye başlayan, “Yurtta Sulh Konseyi yönetime el koydu” diye noktalanan kanlı bir kalkışma idi 2016’nın 15 Temmuz’u.

Kim ne derse desin Türkiye o gün, ilk kez Cumhuriyet karşıtı büyük bir tehlike yaşamış, büyük bir tehlikenin eşiğinden dönmüştü. 251 şehit, 2 binden fazla yaralı vererek...

Çünkü o gün kitlesel bir karşı duruş, bu kalkışmayı püskürtmüştü.

* * *

Ama 15 Temmuz için:

“Bu bir senaryo, bir kurgudur” diyenler oldu.

“Bu bir kontrollü darbedir” diyenler oldu.

Ve de kimi “ bu bir darbedir”, kimi de “bu bize bir fırsattır” diyenler oldu.

Ama bu bakışlara karşı, CHP’de önemli bir kimlik olan Grup Başkanvekili Özgür Özel, “15 Temmuz’a bazı yerlerde ‘tiyatroydu’ deniliyor, tiyatro miyatro değil, bal gibi kanlı bir darbe girişimiydi; rejime, Meclis’e, ülkeyi yönetenlere, demokrasiye kast ediliyordu ve bu ülkenin rejimini değiştirmeye çalışan bir darbe girişimiydi” diyerek bir nokta koymuştu.

* * *

Ama şu sorulara da ikna edici bir cevap bulunamadı:

Nasıl olur da; devletin gözü önünde 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllarda bir cemaat bu kadar büyür?

Nasıl olur da; generalleri, emniyet müdürlerini, istihbaratı, valileri, yargıçları, savcıları, yani devletin tüm önemli birimlerini, önemli kimliklerini kendisine katar ve kontrol altına alır?

Nasıl olur da; askeri liselerin, Harp Okullarının, Harp Akademilerinin, kontrol altına alınacak kadar içine sızar?

Ve nasıl olur da; özellikle cumhuriyetçi ve laik bir eğitimin içinden geçmiş bu kimlikler, kendini “Mehdi” sanan bir kimliğe “biat” eder?

Evet, nasıl olur? Aslında sorgulanması gereken işte budur…

Evet, sorgulanması budur. Budur ama bu sorgulama iç politik kavgada heba edilmiştir.

* * *

Elbette bu cemaat ve de yaratılan bu “Mehdi” bir küresel proje idi.

Özellikle de bir Amerikan projesi idi.

Ama bu devleti 80’li, 90’lı, 2000’li yıllarda yönetenler de suç ortağı olmuşlardı.

O günden bugüne bu ülkeyi yöneten hükümetler, başbakanlar, cumhurbaşkanları…

O günlerde askeri okullarda komutanlık yapanlar…

O günlerde bu “Mehdi”ye saygılarını sunanlar…

Çankaya’da bir hukuk danışmanı gibi oturup, yetkilerini elçilerin güven mektubunu almaktan ibaret sanıp, ülkedeki gidişi odasından seyredenler…

Özet olarak, devletin gücünü kullanan ve de bu oluşumlara seyirci kalan tüm kimlikler ve siyasetler, bu “Mehdi”nin yaratılmasında suç ortağı olmuşlardı.

* * *

İşte bu nedenle bu kimlikler ve bu siyasetler, bu toplumdan bir özür dilemelidir.

Çünkü “Kâinatın İmamı” denilen bir “Mehdi”nin yaratılmasında suç ortağıdırlar.

Çünkü bu ülkenin laik görüntüsünün yok edilmesinde suç ortağıdırlar.

Bu ülkenin komutanları da bu toplumdan bir özür dilemelidir.

Çünkü Harp Okullarında cemaatçi subaylar yetiştirilirken, Kuvvet Komutanları görememiş ya da gördüğü halde susmuş ise…

Yani anayasada tanımlanan “demokratik” devletin koruyucusu yerine, “teokratik” bir devletin koruyucusu subaylar yetiştirilmiş ise…

Harp Akademileri’nde cemaatçi kurmaylar yetiştirilirken, Genel Kurmay Başkanı görememiş ya da gördüğü halde susmuş ise…

Ve de gerçekten böyle bir bakar-körlük yaşanmış ise suç ortağıdırlar.

Ve o gün dershanelerin % 60'ının, dershane yayıncılığının % 80'inin, Gülen Cemaati’nin hem arka bahçesi hem finans merkezi oluşunu, Milli Eğitim Bakanları yıllarca görememiş ise...

Elbette bu olgular, siyasi bir aldanmakla ya da siyasi bir körlükle izah edilemez ve de edilmemiş, edilememiştir.

* * *

İşte bu nedenle sormak ve de düşünmek gerekir:

Adım adım örülmüş bu tehlike, “ya başarılı olsa idi” diye…

Evet, halen canlılığını koruyan böyle bir tehlike için bu soruyu, bir kez olsun ve de bir kez olsun kendimize bir sormak gerekir.

Ama öncelikle iktidar-muhalefet kavgasındaki ön yargılarımızı bırakarak…