Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne yaşayan bir sorun…
Meclisin açılışında, yani 1 Ekim 2024 günü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşması…
27 Şubat 2025 günü Öcalan’ın “örgütün silah bırakması ve kendini feshetmesi” çağrısı…
Siyasal ve toplumsal iklimin oluştuğu yeni bir süreç başlatır olmuştur.
Yani Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne kan dökülerek canlılığını koruyan bu konu, artık çözüleceği ve birlikte yaşanan toplumsal bir iklimin oluşacağı sürece girer olmuştur.
***
Peki, bu ateş bugüne kadar niçin sönmedi ya da niçin söndürülemedi?
Farklı bir bakışla, işte bu konuyu biraz sorgulayalım:
Kürt kökenli yurttaşlarımızın yaşadığı coğrafya bir Osmanlı toprağı idi. 1923 Lozan Anlaşması ile bu coğrafya dörde bölündü. Türkiye, İran, Irak ve Suriye toprakları olarak…
Bu durum nedense hiç sorgulanmadı! Amaç ne idi? O dönemin dünyasına hükmeden İngiliz emperyalizminin ince bir siyaseti miydi? Enerji kaynaklarının yoğun olduğu bu bölgeyi hastalıklı bırakıp, zamanı gelince kullanmak mıydı? Ne Türkiye'de ne de diğer bölge ülkelerinde hiç mi hiç sorgulanmadı.
Ve halen de sorgulanmamakta.
Zaten o dönemin amiral gemisi olan “İngiliz emperyalizmi” başta olmak üzere Batı, Ortadoğu haritasını cetvelle çizerek oluşturmuştu.
***
Nitekim bu sorun nedeniyle bölge ülkeleri hiçbir zaman barışık olmadılar ve de olamadılar.
Okyanusun ötesiyle barıştılar, ama komşusu ile barışık olamadılar. Birlikte emperyal siyasetlere karşı bölgesel bir siyaset oluşturamadılar. Üstelik Kürt sorunundan ötürü birbirini düşman ilân ettiler.
Hatta bölge ülkeleri, kendi içinde bile halkıyla barışık olamadı. Özellikle Arap dünyasının Batılı emperyalistlerle işbirlikçi yönetimleri, halkı demir yumrukla yönettiler. Sonuçta bölgenin tüm enerji kaynakları, batılı emperyal şirketlerin kontrolünde kaldı. Oysaki enerjiye hükmetmek, bir ölçüde dünya siyasetine hükmetmek olmuştu.
İlk kez Mısır'da Nasır hareketiyle Arap Milliyetçiliği yükseltildi. Ama 1948’de bölgeye, emperyalizmin garnizon devleti olan İsrail yerleştirilmişti. Ve Arap-İsrail savaşlarıyla yükselen Arap milliyetçiliği dağıtıldı.
Bu gün ise Irak, Suriye, Libya'da kalan milliyetçi kalıntılar da temizlenip revizyondan geçirildi. Üstelik mezhep ve etnik farklılıkları kaşıyarak...
***
Çağdaş anlamda bir cumhuriyet olan Türkiye'de ise Kürt kimliği sürekli canlı tutuldu.
Zaman zaman etnik ya da İslâmi motiflerle başkaldırılar oldu.
Bu başkaldırılardaki kimlik talebi ise hiç değerlendirilmedi. Adeta emperyal politikalara malzeme olarak sunuldu.
1960'dan sonra yükselen sosyalist siyasetler, kimlik yerine emek-sermaye değerlerini koyduysa da 12 Eylül askeri yönetim sürecinde bu kimlikler, daha da güçlü olarak uyandırıldı.
Sonuçta kimlik talebi ile bölgedeki emperyal politikalar bir yerde kesişir oldu.
Ve zamanında düşünülüp çözüm üretilmeyen bu konu, süreç içinde geri dönüşü olmayan bir noktaya geldi ya da getirildi.
Oysaki yapılması gereken, Kürt sorunundaki kimlik ve kültürel taleplerle, emperyalizmin bundan faydalanma siyasetini iyi değerlendirip ayırmak gerekirdi.
***
Soğuk savaş döneminde bir ölçüde var olan denge ise bugün Batı emperyalizminin lehine bozulmuş durumdadır.
Bu nedenle Türkiye ve bölge ülkelerine düşen görev, Batı emperyalizminin kullandığı bu konuyu kendi iç siyasi gücüyle çözüme kavuşturmaktır.
Aksi durumda, Arap dünyasındaki halkın doğal başkaldırısını denetim altına alıp, işbirlikçi yeni yönetimlerle Arap dünyasını yeniden dizayn eden emperyalizm, ülkedeki çözülmemiş bu sorunu, kendi siyasetine ve kendi çıkarlarına göre kullanır olacaktır ve de kullanmaktadır.
Bu nedenle oluşturulacak milli bir siyaset, ülkenin kendi sorunu olan bu konuyu emperyal politikaların güdümünden kurtarabilecektir.
Ama öncelik, soruna çok cesurca yaklaşabilmek olmalıdır.
Zaten doğuda görev yapan TSK'nin en yetkili komutanları da sürekli olarak, siyasetin çözüm üretmesini özellikle dillendirmişlerdir.
Çünkü özellikle görmemiz gereken olgu, giderek Türkiye'den uzaklaşan bir doğunun oluşumu ya da oluşturuluşudur.
***
Sonuç olarak diyebiliriz ki:
Sorunlarını çözmemiş ya da çözememiş ülkelerin sürekli yaşadığı bölünme korkusunu yaşamak istemiyor isek…
Ve de eğer gelecek kuşaklara korkulu bir Türkiye bırakmak istemiyor isek…
Bugün yeni bir siyasal ve toplumsal iklimin oluştuğu bir süreçte, sorunu çözmekte daha cesur, daha kararlı olmak zorundayız.
Kürt-Türk düşmanlığına taşınan eğilimleri meclis içinde ve dışında engelleyebilecek bir dil kullanmak zorundayız.
Ve de bugün 2011 gündür devam eden, bir çocuğu dağda bir çocuğu ovada olan Diyarbakır annelerinin evlat nöbetini bitirmek zorundayız.