Yine bir gün ‘yaramaz çocuk’ diye nitelendirilen bir çocuğu Dut Dede’ye getirirler. Çocuk yine dört beş yaşlarındadır. Çocuğu bileklerinden kındapla (ince sicim) bağlayıp yanından ayrılırlar. Çocuğun annesi ikinci çocuğuna hamiledir. İnanç kültürümüzde hamile kadınların “dede” “tekke” ziyaretlerine sıcak bakılmaz. Doğacak çocuğun özürlü olacağı yaygındır çünkü. Çocuğu getirenler çocuğu bağlayıp yanından ırayınca, her çocuğun yaptığı gibi korkarak bağlandığı yerden kurtulmaya çalışır. Ağlayıp çırpınmaya başlar. Kurtulmak için çocuk o kadar uğraşır ki, bağlı ip çocuğun bileklerine oturur. Zamanı gelip yine aynı sözlerle çocuğu çözerler. Zamanla kan oturmuş yer iyi olur ve iz de kaybolur.
İkinci çocuğuna hamile anne günü gelince ikinci çocuğunu doğurur. Doğan çocuğun bir kolunda, önce bağlanan çocuğunki gibi ip boğumundan oluşan kan oturmuş gibi bir iz vardır ve o kolu diğer kolundan incedir. Söylenti bu...
İster istemez akla şu soru geliyor. Önce siz ‘dede’den iyilik beklemek için gidiyorsunuz v inancınız sonunda ‘dede’ye dua ederek ayrılıyorsunuz. Dede size neden kötülük yaparak sizi ömür boyu cezalandırıyor?
Siz bu gibi dedelere ‘bağlanmaya’, dedeye ‘satılmaya’ psikolojik tedavi derseniz daha iyi olmaz mı? Ancak öyle inanılıyorsa, dört beş yaşlarında bir taşa bağlanan çocukların korkusu o çocukta tersi bir psikolojik travma yaratmaz mı acaba? Diye sorulmaz mı?
Bugün Dut dede’nin o günlerdeki ne taşı, ne de görünümü var. Artık çocuklarını bağlayan ailelerin olduğunu da zannetmiyorum. Yanındaki ‘Aş Evi’ denen binanın yıkılmasıyla, küçücük bir meydanlıkta, önceleri belki çok kimselerin farkına bile varmadığı, mermerden sarıklı bir sandka mezar yapmışlar.
Üzerine de “Dut Dede – Derviş Mahmut” diye tarihsiz bir yazı var. Artık Derviş Mahmut’un hiçbir çocuğu tuttuğu söylenemez. Dut Dede bazı yerlerde “Derviş Mahmut” olarak tanınmış olmalı ki taşının üzerine Derviş Mahmut diye gerçek ismi de yazılmış. Derviş Mahmut zatı muhterem iyice araştırılıp yaşamına dair taşının üzerine küçük bir levha konsa daha iyi olur diye düşünüyorum. Ve ayrıca Derviş Mahmut’un adının neden Dut Dede olarak anılır olduğu da araştırılıp yazılsın diyorum. Dut dede’ye (Derviş Mahmut) Allah’tan rahmet diliyor, mekanı cennet olsun diyorum.
KIRKLI-ELLİLİ YILLARDAKİ ÇORUM’U BİR DE
Dr. RIFAT PATIR’DAN DİNLEYELİM
Ben kendimce 1941 doğumlu olarak kırklı ellili yıllarda şehrin konumunu bazı detayları ile anlatmaya çalıştım. Gelecekte nasıl gelişir elbette bilemezdim. Ancak konumuz kırklı ellili yıllarda Çorum olunca benden önce dünyaya gelenlerden de dinlemek gerekir diye düşünüyorum. Örneğin Çorum’un medarı iftiharı Dr. Rifat Patır’dan.
Dr. Rifat Patır’ı Çorum’da yediden yetmişe herkes tanır. Her türlü yaşantısıyla örnek olacak bir kişidir. Tek cümle ile Çorum’un medarı iftiharıdır Dr. Rifat Patır.
Dr. Rifat Patır resmi kayıtlarda 1926 doğumludur. Ve babasının nüfus cüzdanını iki yıl geç aldığını söyler. O yıllar, bazı babalar erkek çocuklarının askere ‘eke’ olarak gitmesi için yaşları küçük gösterilerek nüfus cüzdanı alırdı. Dr. Rifat Patır’ın babası da bu düşünce ile Dr. Rifat Patır’ı iki yaş küçük yazdırmış olabilir. Bugün itibarıyla kendi söylemine göre doksan sekiz yaşında, hala dimdik ayakta. Herkesin bildiği gibi Dr. Rifat Patır’ın ‘efsanevi’ bir kişiliği ve yaşantısı var.
(SÜRECEK)