Çocuklar için, seyri için yörenin hayvan ve kanatlılarından bir araya getirilmiş bir küçük hayvanat bahçesi. Yeşil oyun alanları. Doğaya sevgiyi gösterecek bir güzel fırsat eğitimi yeri. Yamaçlardan birisinin tepesine dikilmiş Türk Bayrağı ve hemen altında kayalardan köpük köpük dökülerek akıtılan bir ince şelale.”

Ben bu çalışmayı okuyunca Hacıhamza ile Kargı arasındaki Abdullah Yaylası’nı hatırladı. Ve 28 Ağustos 1995 tarihli Çorum Haber Gazetesi’nde “Bir Başkadır Abdullah Yaylası’nın Gündüzü ve Geceleri” başlığı ile yayımlanan bu yaylayı gezip görebilmeleri, tabiri caizse “Felekten birkaç gece çalmaları” için tavsiyede bulundum sevgili Abdulkadir Ozulu gibi.

Abdulkadir Ozulu Kasım 1996’da yayımlanan bir araştırmasında da Çorum’un doğusunda 15 km uzaklıkta Merzifon yolunun sağında kurulmuş Palabıyık Köyü’nü anlatır.

Köyün tarihini, Garip Baba Aşevi’ni, hayvancılığını, köyü ve toprağını, eğitim ve kültürünü, köydeki kanalizasyonu, köy konağını, köyün camisini, elektrik suyunu... Belen Pınar’ı, sönen bağlarını anlatır. Bu anlattıklarının içinde bir Ulu Çam vardır. Bu Ulu Çam’dan şöyle bahseder:

(...) “Ulu ağaçlara olan tutkumu bilen bir arkadaş “Palabıyık’ta bir ulu çam var, git gör” demişti. Gittim gördüm diye anlatmayacağım bu ulu çamı okuyucularıma. Gittim ziyaret ettim. Bu ulu çam, şimdiye kadar gördüğüm Çorum’daki anıt ağaçların en ulusu. Çam cinsinin ayakta kalmış en yaşlısı.

Köyün taban tarlalarının içindeki ulu çamı uzaktan ilk gören, karaya çekilmiş transatlantiğe, dev bir Napolyon şapkaya, ulu dağlar üstüne oturmuş bir kara dumana benzetebilir. Yanına yaklaştığınızda Ulu Çam’ın insanda saygı uyandıran haşmetiyle karşılaşıyorsunuz. Yere paralel uzanan dalları altından gövdesine yaklaşırken bir ulu mabedin içindeymiş gibi duygularla doluyorsunuz. Gövdesini ancak dört kişi kollarını birleştirerek kucaklayabiliyor.”

(...) “Batı yüzünde bir şömine genişliğinde geçmişten kalan bir yanık izi. Bu yanık yeri görünce ister istemez içimden bir garip şark çıbanı benzetmesi geçti. Neyseki önlem alınmış yakılacak mumlar için artık.”

(...) “Kabuklarını dökmüş dallarının arasında yolda yürür gibi dolaşıp ta uç dallarına çıkıyor çocuklar. Ayrılırken dönüp dönüp seyrettim bu ağaç güzelliğini. İzlediğim bir yabancı filmde geçen “Hiç bir şiir bir ağaç güzelliğine ulaşamaz.” sözlerine bir daha hak verdim.”

Tüm hemşehrilerimize bu Ulu Çam’ın güzelliğini görüp duygulanarak şahane bir piknik yapmalarını tavsiye ediyorum.”

(...) “Benim aklım, kültürüm, tarih ve yurt sevgisi anlayışımla bu Ulu Çam başlı başına bir tabiat müzesi, bir tabiat harikası. Tek başına kalmış bir orman yetimidir.”

Söz Palabıyık Köyü’nden açılmışken Palabıyıklı şeker Arif’ten bahsedilmez mi? Şekir Arif şeker desen de şekerdir. Şakacı mı şakacı. Akla gelmedik şakalar yaparlar Şeker Arif’e...

Bir gün Şeker Arif’in atı ile arabasını çalarlar şaka olsun diye. Hem de üzerinde un çuvalları ile değirmenin önünden. Arasa da bulamaz atlarını, arabasını ve de un çuvallarını. Atın-arabanın çalındığına üzülmez Şeker Akif. Kendirden dokuttuğu sekizer ölçeklik çuvallarına üzülür. Ve bulunması için alır eline kalemi, döker kağıda şiirleri.                     

(SÜRECEK)