Evet, bu silahlar:
-Darbedir, ambargodur, yaptırımdır…
-Finans kurumlarıyla yaratılan krizdir…
Daha da olmazsa açık ve fiili işgaldir. Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi… Libya’da olduğu gibi…
Peki, amaç nedir?
Amaç; yalnız Türkiye’ye değil, tüm mazlum ülkelere boyun eğdirmektir.
Amaç; Rusya ya da başka ülkelerden, özellikle başta savunma amaçlı tüm alımlara karşı dünya ülkelerine “yaptırım kartı” göstermektir.
Peki, kim gösteriyor bu kartları? Başta ABD, yanında AB…
Çünkü bugün:
-Dünya ülkelerine ambargo ya da yaptırım uygulayan kimdir? ABD’dir.
-Birleşmiş Milletler’de belirleyici irade kimdir? ABD’dir.
-Dünya bankasına, İMF’ye egemen olan güç kimdir? ABD ve AB’dir.
Yani onlardır.
Ve de bugün:
-Terör örgütlerini oluşturan kimdir? Onlardır.
-Terör örgütlerini silahlandıran kimdir? Onlardır.
-Terör örgütlerini besleyen ve koruyan kimdir? Onlardır.
Yani başta ABD olmak üzere Batı’nın emperyal küresel güçleridir.
***
Nitekim onlara karşı Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez de Kirchner, cesur bir konuşma yapmış, bu politikalarını yüzlerine haykırmıştı.
2 Ekim 2014 günü BM Genel Kurulu’nda, ABD Devlet Başkanı Obama’nın gözlerine baka baka şöyle demişti:
“Bu gün burada IŞİD'e karşı bir BM kararı çıkarmak üzere toplandık. Oysa IŞİD'in, bazı BM Güvenlik Konseyi ülkelerinin gözetiminde dostları tarafından kurulup beslendiğini herkes görüyor, biliyor.”
Ve de devamında:
Özellikle ABD’ye yönelik olarak, “Bir terör canavarı yaratıldı ve bu canavar şu an kontrolden çıktı” demişti.
Ardından da ülkesi ve kendisi için duyduğu endişeyi, “ABD hükümetimizi devirmeye çalışıyor, bana bir şey olursa Ortadoğu’ya değil kuzeye bakın” şeklinde ifade etmişti.
***
Sonuçta Türkiye’ye yönelik S-400 yaptırımları da onaylandı.
ABD Başkanı Trump 11 Aralık 2020 günü, giderayak bu yaptırımları onayladı, yaptırım maddeleri 14 Aralık günü açıklandı.
Rusya’dan alınan hava savunma sistemi için, günlerdir gündemde olan bu yaptırımlara “ağır değil” diyenler oldu. “Yaptırımın ağırı, hafifi olmaz” diyenler oldu.
Ancak Türkiye’de siyaset öyle bir kamplaştı ki; genelde Batı’dan gelen tehditler, iktidar-muhalefet kavgası içinde, iç politikaya yönelik olarak faydacı bir anlayışla değerlendirilir olmuştu.
Elbette böyle bir oluş, sağlıklı bir bakışı ve sağlıklı bir analizi de engellemişti.
Ama bu yaptırımlara, iktidar cephesi de muhalefet cephesi de bir karşı duruş gösterdi.
Ve de bu yaptırımlar, AKP-CHP-MHP-İYİ Parti imzalarıyla, yani 4 partinin ortak bir tepkisi ve ortak bir bildirisiyle kınandı.
***
Ortak bildiride:
“ABD Yönetimi’nin 14 Aralık 2020 tarihinde Türkiye’ye karşı açıkladığı yaptırım kararını reddediyoruz” denildi.
“Türkiye milli güvenliğinin gerektirdiği hiçbir adımı atmaktan çekinmez” denildi. Ve de “Bu konuda tehdit ve yaptırımlar karşısında geri adım atacak bir ülke değildir” denildi.
Elbette bu ortak bildirinin yanında;
-Türkiye’deki tüm darbelerin arkasında olan…
-1971’de, 12 Mart hükümetine haşhaş yasağı aldırtan…
-Kıbrıs Barış Harekâtı ve de haşhaş yasağının kaldırılması nedeniyle 1974’te ambargo uygulayan…
Ve de açıklanan bu yaptırımlarla, bugün Türkiye’yi “hasım” ülke listesine alan Amerika’ya…
Mecliste grubu olan, grubu olmasa da 1 ya da 2 milletvekili ile temsil edilen partilerin de en azından kişisel olarak bir tepki göstermeleri gerekir idi.
Çünkü S-400 bahanesiyle alınan bu yaptırımlar, ucu açık yaptırımlardır.
Çünkü bu yaptırımlar, bölge politikalarında Türkiye’nin teslim olmasını isteyen yaptırımlardır.
İşte bu nedenlerle:
Grubu olan ya da olmayan, ama mecliste temsil edilen tüm siyasetlerin ortak duruşu, Türkiye toplumunun iradesini temsil eden bir karşı duruş olacaktı.