İnsan olduğunu anlayamadan öte dünyaya göçürdüğümüz, o kadar çok insanımız var ki...
Ancak bizler, pek çok şeyin ayırdında olmadığımız gibi, onların da ayırdında değiliz.
Geçtiğimiz Pazartesi yayımlanan “İnsan Olduğumu Yeni Anladım” adlı yazımla ilgili, pek çok olumlu tepki geldi. (Yıllardır yazarım, ilk kez bir yazımla ilgili bu denli yoğun destek iletisi aldım.)
Garipsedim...
Ama biraz düşününce de bu tepkileri doğal buldum. Çünkü gelen iletilerin tamamına yakın bayan okurlarımdandı ve “insan olduğunu anlayamadan göçüp gidenlerin” büyük çoğunluğu, onların hemcinsleriydi.
Gerçi o yazımın ana teması; “kırsal bölgelerimizde yaşayan insanlarımızın asırlara dayanan ihmaliyle ilgiliydi”. Ancak yazımın başlığı, ana temayı gölgede bırakmış; ezilen kadınlarımızın duygularını öne çıkarmıştı. Ya da yazım öyle algılanmış, öyle yorumlanmıştı...
* * *
“... Kadınlığın adı batsın!...” diye başlıyordu, elmeğime (elektronik posta kutuma) düşen, tepki mektuplarının birinde bir bayan okurum.
Ve devam ediyordu; “ ... Ülkemizin batısı da vatan toprağı, doğusu da... Ama batısı cennet, doğusu cehennem... Ben o cehennemin insanıyım... Çocukluğum, yazınızda sözünü ettiğiniz yörede geçti... Babaannem, anneannem, anam, teyzem, halalarım, o yörenin kadınları.... Acıların büyüğünü (benden çok) onlar yaşadı... Telef olup gittiler... (...) Bizler ev içindeki tuvaleti, ev içindeki banyoyu; kente (Erzurum’a) inince ve de buralara gelince gördük. Görüp, yaşadıklarımızdan sonra, bizler de tıpkı o Kotandüzü’lü hemcinsimiz gibi; ‘insan olduğumuzu yeni anladık’ dedik. (...) O sıkıntıları çekmeyen, o acıları yaşamayan; bizim duygularımızı, sizin yazdıklarınızı anlayamaz...”
Elmek oldukça uzundu. Daha fazla iç karartmamak için, elmeği özetleyerek verdim. (Okurum beni bağışlasın)
* * *
Bizim toplumumuzda (özellikle kırsal kesimde ve doğu bölgemizde) kadın olmak zor zanaattır.
Çoğu yörelerimizdeki gelenek, görenek ve töreler; kadını, “insan” yerine koymaz.
Erkeklerimizin çoğu, kadını her türlü sosyal yaşamdan uzak tutup, “ot gibi” besleyip, “ot gibi” yaşatmak ister.
Kadını, “sıkmabaşlama”, “çarşaflama”, “poşetleme” çaba ve isteklerinin temelinde bu duygular vardır.
Kadınlarımız, ceberut erkek egemen toplumunun baskısı altındadır.
Hatta baskının dozu; kadınlarımızın beyinlerini yıkamaya, onları afyonlamaya kadar varmıştır.
Geçtiğimiz yıl ( 5 Aralık 2019) “Türk Kadınına Seçme Ve Seçilme Hakkı”nın verilişinin 86. yıl dönümü nedeniyle ulusal televizyon kanallarının birinin düzenlediği açık oturumda; sıkmabaşlı bir hanım kızımız; “...biz özgürlüğümüzü, biz seçme ve seçilme hakkımızı Atatürk sayesinde değil, asırlar önce Peygamber Efendimiz sayesinde kazandık...” demiş, nutkum tutulmuştu.
Bu yıl da AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin ve İstanbul Esenyurt Belediyesi Meclis Üyesi Yeşil Aytulum Turgut da “kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkını Tayyip Erdoğan verdi…” dediler.
… …
Başta Suudi Arabistan olmak üzere, bu zihniyetin özendiği çöl bedevileri; beş altı yıl öncesine kadar kadınlarına, -insan yerine koymadıkları için- nüfus cüzdanı bile vermiyordu.
Böyle bir zihniyete, “afyonlanmış”ın dışında ne söylenebilir?...
Asırların tabulaştırdığı, kemikleştirdiği bu düşünceleri aşamadığımız; kadınlarımızı eğitemeyip, ceberut ellere bıraktığımız sürece; eller aya giderken, biz yaya gitmeye mahkûmuz.
… …
Bakın... Efes Pilsen Firması’nın yaptırdığı, (Batı ağırlıklı) 18 ili kapsayan sormaca (anket) sonuçları, bu tezimizi nasıl doğruluyor.
Bu sormaca sonuçlarına göre;
* Hiç kitap okumamış kadın oranı, yüzde 70
* Hiç gazete okumamış kadın oranı, yüzde 32
* Hiç tiyatroya gitmemiş kadın oranı, yüzde 87
* Hiç sinema yüzü görmemiş kadın oranı, yüzde 81
* Siyaseti hiç izlemiyorum” diyen, kocasının tercihine göre oy veren, kadın oranı yüzde 66
* Kocasına, “bugün olmaz!...” deme yürekliliğini gösterebilen kadın oranı, yüzde 20
* Aile plânlamasını bilen, duyan, nüfus plânlamasının gerekliliğine inanan kadın oranı, yüzde 20
* Para ödenerek, yani (hâlâ) “başlık parası” verilerek satın alınan kadınların oranı, yüzde 24
* Ömrü boyunca hiç kuaföre gitmemiş kadın oranı, yüzde 40
* Yaşamı boyunca dışarıda (lokantada) yemek yememiş kadın oranı, yüzde 70
* Eşinden dilenir gibi para isteyen kadın oranı, yüzde 75
* Evinde balık yeme şansına erişen kadın oranı, yüzde 1 (yüzde 65’i sulu yemek, yüzde 34’ü pilav yiyor)
* Hâlâ yer sofrasında yemek yiyen kadın oranı, yüzde 53
* Hiç spor yapmayan kadın oranı, yüzde 81 (Kendi sağlığı için yürüyüş bile yapmayan kadınlarımız var. Oranı, yüzde 66)
* Hiç diş fırçası kullanmayan kadın oranı, yüzde 70 (Dişçi yüzü görmemiş kadın oranı, yüzde 60,2)
* “Tekrar dünyaya gelsem, bir daha kesinlikle ve kesinlikle evlenmezdim...” diyen kadın oranı, yüzde 20
* Kocasından dayak yiyen kadın oranı, yüzde 36,1
* Ve sormaca sonuçlarının en korkuncu!... Eşlerin yüzde 19’unun arasında kan bağı var.
… …
Nerede bu kadınlar?...
Büyük anakentlerde...
Kaydırın sormacaları köylere... Özellikle doğu ve güneydoğu köylerine... Siz o zaman görün, rakamların ve sonuçların dehşetini...
“Bizi aranıza neden almıyorsunuz!?... Ey bilmem kim” diye, Avrupa’ya efelenmeden önce, bunları düşünmemiz gerekmiyor mu?...
Bu çağda hâlâ tuvalet ve banyodan yoksun köylerimiz var.
Hâlâ (o da ayda yılda bir) ahırda yıkanan, hacetini hâlâ ahırlarda, kuytu köşelerde, çalı diplerinde gören insanlarımız var. Su yerine taşla, toprakla, otla taharetlenen insanlarımız var. Temizliğin bu olduğunu, böyle olduğunu sanan insanlarımız var.
Hâlâ insan olduğunu anlayamadan, insan olmanın hazzını yaşayamadan öbür dünyaya göçüp giden insanlarımız var.
Umurunuzda mı!?...