Felsefe öğretmeniydi ve de bir anneydi. Nurhak dağlarında öldürülen oğlunun cenazesini almaya gitmişti Nazife Cemgil.

Ve cenazelerin başında toplanmış köylülere seslenmişti:

“Bu, oğlum Sinan... Bunlar da onun arkadaşları, kardeşleri. Onlar da oğullarım. Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekâlı güzel çocuklardı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar.”

Böyle demişti Nazife Cemgil, yerde yatan oğlu Sinan Cemgil ve arkadaşlarının cenazeleri başında.

Ve “İsteseydik, diplomalarımızı mor binlikler getiren birer senet gibi kullanırdık... Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık... Yazlık, kışlık katlarımız, arabalarımız olurdu... Ama yüreğimiz işçiyle birlikte attı. Köylüyle birlikte attı” demişti Deniz Gezmiş. 12 Mart'la sindirilmek istenen kuşak, söndürülmek istenen ruh işte bu idi.

***

Oysaki o kuşak:

-Milli damarları yüksek bir kuşaktı.

-Ülkesinin bağımsızlığından başka şey istemeyen bir kuşaktı.

-Kurucu değerlere bağlı ve de bu değerleri, yeniden ayağa kaldırmak isteyen bir kuşaktı.

ABD güdümlü bir müdahale ile işte öyle bir kuşak imha edildi. Yani 68 kuşağı…

Çünkü 61 anayasasının açtığı kulvarda, toplumsal bir uyanış filizlenir olmuştu.

-Köylü, “toprak reformu” istemişti.

-Gençlik; “Kahrolsun Amerika” demişti, “Tam bağımsızlık” demişti.

-“Amerikan üslerine hayır” denilmişti, “NATO’ya hayır” denilmişti.

Elbette soğuk savaş döneminde, ABD ve Batılı küresel güçlerin gözünde çok tehlikeli ve mutlak bastırılması gereken bir uyanıştı bu oluşum.

Ve bu oluşumu, dönemin Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” diye formüle etmiş, düğmeye basmanın işaretini vermişti.

***

12 Mart Muhtırası’nın arkasında bir başka önemli neden daha vardı.

Seydişehir Alüminyum Tesisleri, İskenderun Demir Çelik (İSDEMİR) ve Aliağa Rafinerisi gibi çok önemli tesisler, Rusya'ya yani o günkü adıyla SSCB'ne yaptırılmış, Sovyetlere yaklaşılır bir görüntü verilmişti.

Bugünkü S-400’ler gibi…

Ve daha da önemlisi; ABD, Türkiye'de haşhaş ekiminin yasaklanmasını istemiş, dönemin Başbakanı Demirel buna direnmişti.

Ama 12 Mart Muhtırası’nın güdümünde kurdurulan Erim hükümetiyle, haşhaş ekimi yasaklandı. Ancak 1974 yılında Ecevit'in Başbakan, Erbakan'ın Başbakan Yardımcısı olduğu CHP-MSP koalisyonu döneminde bu yasak kaldırıldı.

ABD ise hem haşhaş yasağının kaldırılması hem de 20 Temmuz 1974'te başlatılan “Kıbrıs Barış Harekâtı” nedeniyle Türkiye'ye ambargo uyguladı.

Nitekim o dönemde başlatılan “Kıbrıs Barış Harekâtı”nda, Türkiye'ye en büyük silah yardımını Libya lideri Kaddafi yapmıştı.

***

Sonuçta düğmeye basıldı.

Öncelikle milli duygular, olabildiğince sabote edildi; gençlik, kanlı bir çatışmanın içine itildi.

Ve şartlar oluşturuldu! Muhtıra hazırlandı.

“Türkiye Cumhuriyetinin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür” diye başlayan muhtıra, dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a sunuldu; tanklarla çevrilmiş mecliste okundu.

Direnmesi gereken Başbakan Süleyman Demirel şapkasını alıp gitti. CHP’den istifa ettirilen Nihat Erim’e bir hükümet kurduruldu.

-Öncelikle haşhaş ekimi yasaklandı.

-61 anayasası üzerinde gerekli balans ayarı yapıldı.

-Sendikal haklar kısıtlandı. Kamu görevlisine sendika yasağı getirildi.

-TRT’nin özerkliği kaldırıldı. Üniversite özerkliği sınırlandırıldı.

-Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) kuruldu, toplumun üzerine yargının balyozu indirildi. Cezaevleri, emekçi ve gençlerle dolduruldu.

Görünen manzara bu idi. Demokrasiye ağır bir darbe vurulmuştu.

Arkasında ABD ve Batılı güçlerin ve de yerli işbirlikçilerinin olduğu “12 Mart 1971 Muhtırası”nın, görünen yüzü bu olmuştu.

Ve toplumsal uyanışa bir kelepçe vurularak milli damarları yükselmiş bir kuşak işte böyle imha edilmişti.