Avrupa Birliği (AB) konusu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir sözü üzerine yine gündeme düştü.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, 11-12 Temmuz 2023 günlerinde Litvanya’nın Başkenti Vilnius'ta düzenlenen “NATO” toplantısına katılmak üzere Litvanya’ya hareketi öncesi bir açıklamada bulunmuştu.

Ve deTürkiye AB'nin kapısında 50 yılı aşkın süredir bekletiliyor. Buradan sesleniyorum, Türkiye'nin önünü açın, biz de İsveç'in önünü açalım demişti.

***

Peki, AB nasıl bir kuruluştur?

AB, küresel kapitalist sistemin Avrupa kanadıdır. Küresel sistemin koruyucusu NATO'nun merkezidir. Burjuva devlet kültürünün doğum yeridir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Avrupa'da kalıcı bir barış oluşturma sürecinde Fransa ve Almanya’nın önderliğinde, 1951 yılında Fransa, Almanya, Belçika, Lüksemburg, İtalya ve Hollanda'dan oluşan 6 üyeli Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu” (AKÇT) olarak kuruldu.

1957'de kapsamı genişletildi ve Ortak Pazar olarak da anılan Avrupa Ekonomik Topluluğu”, yani kısaca  (AET) adı verildi.

1987 yılında ise hem ekonomik hem de siyasi birliğe dönüşerek “Avrupa Topluluğu” adını alan kuruluş, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1993’te Avrupa’yı tamamen kucaklayan Avrupa Birliği (AB) adını aldı.

Ve 2013 yılında Hırvatistan'ın katılımıyla da üye devlet sayısı 28 oldu.

***

Ama öncelikle, Türkiye'nin AB sürecine de kısaca bir bakalım.

Bu süreç, bugün 64 yıllık bir serüvendir. Daha ne kadar süreceği de belli değildir.

İlk olarak 1959'da Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakanı Adnan Menderes döneminde, o günkü adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'na (AET) başvuruldu.

1963'te Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, Başbakan İsmet İnönü döneminde, amacı ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirmek olan “Ankara Antlaşması” imzalandı.

Ve İnönü AB’yi, “Beşeriyet tarihi boyunca insan zekâsının vücuda getirdiği en cesur eser olarak tanımlamıştı.

1987'de Cumhurbaşkanı Kenan Evren,  Başbakan Turgut Özal döneminde “tam üyeliğe” başvuruldu.

1995'te Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Tansu Çiller döneminde “Gümrük Birliği” imzalandı.

1999'da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Bülent Ecevit döneminde Türkiye “aday ülke” olarak kabul edildi.    

2005'te ise Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Tayyip Erdoğan döneminde “üyelik müzakereleri” başladı.

Aslında bugün 100 yaşındaki Türkiye'nin 64 yıllık AB süreci, Tanzimat'la başlayan ve 200 yıldır devam eden Batılılaşma sürecinin ete-kemiğe bürünmüş bir ifadesi idi.

***

AB, 1998'den bu yana “Türkiye İlerleme Raporu” yayınlamaktadır.

Çünküİlerleme Raporu”, aday ülkenin kaydettiği ilerlemelerin ve eksikliklerin yıllık olarak değerlendirildiği bir rapordur.

Bu raporlar, aday ülkenin resmi verilerine dayanır. AB’nin bir birimi olan “Avrupa Komisyonu” tarafından hazırlanır. Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi'nin onayına sunulur.

Ama raporların ana omurgasını, AB anayasası sayılan ve temel kriterlerden biri olan “Kopenhang Kriterleri” oluşturur.

Ve bu kriterlerin ana maddeleri:

-Kuvvetler ayrılığıdır.

-Bağımsız yargıdır.

-Kısıtsız basın özgürlüğüdür.

-İzinsiz, gösteri ve yürüyüş özgürlüğüdür.

-Hukuk devleti ilkeleridir.

İşte bu kriterler, AB’nin olmazsa olmaz koşullarıdır.

Elbette bu kriterlere göre kendimizi de ciddi ciddi bir gözden geçirmemiz gerekir.

***

Peki, bu kriterlerde tam puan alsak AB Türkiye’yi içine alır mı? Almaz.

Peki, neden?

Elbette inanç farkı, kültürel fark bir nedendir ama buna cevabı, siyasetin mizah ustası Sayın Demirel’den bir alıntıyla verelim.

Demirel Türkiye'nin AB'ye giriş koşullarını şöyle özetler:

AB'ye girmek isteyenler bir sınava alınıyor.

Bulgaristan sınava giriyor, 'Atom bombası ne zaman atıldı' diye soruyorlar. '1945' diyor. 'Geçtin' deniyor.

Sonra Romanya sınava giriyor. 'Atom bombası nereye atıldı' deniyor. 'Japonya' diyor. 'Sen de geçtin' deniyor.

Türkiye'ye sıra gelince, 'Atom bombası atıldıktan sonra ölenlerin isimlerini, soyadlarını, doğum yerlerini, mesleklerini' söyle deniyor.”

Demirel’in bu mizahına, Ermeni soykırım iddiasının, Kıbrıs sorununun AB’ye girebilmenin ön koşulu gösterilmesini de eklersek, AB’ye girmek zor, hem de çok zordur.