Ortaokullarda LGS sonuçlarına göre okul tercihleri dönemindeyiz. Liselerde ise ÖSS sonuçları açıklanır açıklanmaz aynı dönem başlayacak. Bugünkü yazımız da gençlerimizin yapmak zorunda oldukları bu tercihler üzerine…

Günümüz gençliğinin işi bize göre daha zor. Çünkü kişiliklerini ve öz benliklerini etkilemeye yönelik o kadar çok etki alanı var ki, birinden kaçarken diğeri biniyor tepelerine. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamadan karar vermelerini ve bir büyük gibi düşünmelerini istiyoruz onlardan.

Örnek mi? İsterseniz; hemen vereyim. Daha doğar doğmaz babaanne mesleğini belirler: “Benim torunum doktor olacak, bana bakacak.” İlkokul öğretmeni onun ruhsal dosyasını doldururken her yıl “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” diye sorup yanıtını dosyasına yazar. Çok değil, 13–14 yaşında gene benzeri bir soru karşısına çıkar: “Çabuk karar ver; hangi mesleği yapmak istiyorsan kaydını o liseye yaptıracağız.” Hadi diyelim ki o sorudan da bir şekilde kurtuldu. Bu kez lise 3’e geçtiğinde “sayısal mısın yoksa sözel mi; yoksa yoksa eşit ağırlık ya da dilci misin?” yol kavşağında bulur kendini. Lise sonunda gene dikiliriz tepesine: “Hadi çabuk, ömür boyu hangi işi yapmak istiyorsan o okula tercih yap.”

Şimdi, daha önceki yıllarda bu tezgâhtan geçmiş gençlerimize soruyorum: “Tercihlerinizi gerçekten kendi hedeflerinize göre mi, yoksa “ne iş olsa yaparım abi” mantığından yola çıkarak mı yaptınız?” Yine soruyorum: “Bu tercihleri yaparken sevdiğiniz ya da en azından ilgi duyduğunuz meslekleri mi tercih ettiniz, yoksa iş bulma şansının yüksek olanlarını mı?” Ve yine soruyorum: “Şu anda küçüklüğünüzden beri hayalini kurduğunuz işi mi yapıyorsunuz, ya da o işi yapacağınız okulda mı eğitim alıyorsunuz?”

Üzülmeyin, soruların ikinci şıklarında olan yalnız siz değilsiniz. Hacettepe Üniversitesi’nin 20 bin öğrenci arasında yaptığı ankette sorduğu “Şu anda en çok istediğiniz bölümde mi okuyorsunuz?” sorusuna “evet” diyenlerin oranı %19 olmuş. Yani herkes aynı durumda.

Peki, ama niçin böyle işliyor düzen? Çünkü korkuyoruz. Kimden mi, hemen söyleyeyim; gençlerden, hür düşünceden, yeni fikirlerden, değişimden ve daha pek çok şeyden. O nedenle de çocuklarımızın henüz akılları başlarına gelmeden dönüşü olmayan yola sokup keyifle izliyoruz kurtulmak için çırpınmalarını. Böylece de, kendileri gibi değil, bizim istediğimiz gibi olmalarını ve bizim gibi yaşamalarını sağlamaya çalışıyoruz. Bu amaçla çıkarıyoruz yasaları; sistemin ince ayarlarını buna göre yapıyoruz. Tahtalarını bizim çaktığımız kalıbın dışına çıkmadan yaşamını sürdürmesini istiyoruz. 1940’lı yıllardan başlayarak eğitim politikamız için tek bir amaç belirlendi: “Düz adam yetiştirmek.” O günden bugüne bizi yönetenlerin hepsinin de işine yaradı bu politika ve yaramaya da devam ediyor. 

Bunları okuyunca birilerinden ve bazı yerlerden mutlaka tepki alacağımı biliyorum ama özellikle o dostlara şu soruyu sormak istiyorum: “15 yaşındaki ideallerinizle şu andaki durumunuz -en azından- benzerlik taşıyor mu?” Cevap olarak “o zaman doğruyu yanlışı bilmiyorduk” derseniz ben de şu soruyu sorarım: Madem öyle, şimdiki çocukların o küçücük yaşlarda doğru karar vermelerini nasıl isteyebiliyorsunuz?

Olayın en dramatik yönü ise istemediği bir okulun istemediği bir bölümünden mezun olup, sevmediği bir işte, üstelik de ömür boyu çalışmak zorunda kalan insanlarımızın durumu. Yazık ki ne yazık o kaybedilen insan değerlerimize. Sevmediği bir eşle zoraki evlendirilenlerin durumundan hiçbir farkı yok.

Peki, tüm bunların nedeni ne? Niçin mutsuz insanların ülke nüfusuna oranında dünyada ilk beşteyiz? Niçin hep kötülerle uğraşmak zorunda kalıyoruz? Niçin hep bugünler dünleri, yarınlar bugünleri aratıyor. “Keşke” sözcüğünü bizden çok kullanan başka bir ülke insanı var mıdır acaba?

Bu soruların hepsine de cevap olabilecek ortak bir karşılık aradığımda karşıma tek bir sözcük çıkıyor; SİYASET. Yani insanları kabacası kandırmayı, kibarcası da ikna etmeyi meslek haline getirme bilimi. Ama diğer taraftan bakınca da şunları düşünüyorum: Onlar da bizden biri, bizim bir parçamız değil mi? Bizim içimizden çıkmadılar mı? Yoksa biz mi bu denli bozuk bir toplum olduk? İnsan bu denli politize olmamalı, her şeye politik gözlükten bakmamalı, siyaset bu denli girmemeli yüreklere. En azından gizli bir köşeciği temiz kalıp doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilmeli.

İnsan, ne olursa olsun insanlığını unutmamalı…

DÜŞÜNEN SÖZLER

•Biz biz olamazsak başkaları bizi kendisi yapar...

•En çok hoşumuza giden insan kendimize benzettiğimiz insandır. MOLİERE

•Çocuk donmamış beton gibidir, üzerine ne düşerse izi kalır.

•İsterseniz yanlış düşünün, ama her durumda kendi kafanızla düşünün. DORİS LESSİNG

•Eğitimle olabilecek şeyi, kanunla yapmaya çalışmamalıdır.  MONTESQUİEU

•Gençleri; doldurulacak boş şişeler olarak değil, yakılacak mumlar olarak görmeliyiz. ROBERT H. SHEFFER

•Kılavuz, öğrencisine bütün izleri göstermeli ama gideceği yolu seçmemelidir. NİETZSCHE