Gezi davasında yargılanan ama hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet  kararı olmayan, TİP listesinden Hatay halkının oylarıyla milletvekili seçilen Can Atalay vak’ası bize ne anlatıyor?

Milletvekili seçildiği halde, cezaevinden tahliye edilerek TBMM’de milletvekili yemini edemeyen Atalay için devam eden hukuk mücadelesi neden sonuçlanamıyor?

Eğer…

Saray’ın mutlak hakimi Cumhurbaşkanımız sayın Erdoğan’a göre, tek cümleyle özetleyecek olursak:

“Anayasa mahkemesinin milletvekili seçilmesinden sonra, Atalay hakkında (lehinde) aldığı karar hiç hükmündedir. ”

Saray sakini, ülkemizin yürürlükteki Anayasa ve yasalara göre seçilmiş Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan, neyi ima ediyor kendi partili arkadaşlarına?

“Gezi sanığı, asla TBMM üyesi olamaz.”

Dolayısıyla bizlere:

Ey Anayasa Mahkemesi, madem ki benim istemediğim konularda, bana ters ve benim sevemeyeceğim kararlar alıyorsun, yani sen beni tanımıyorsun, ben de seni tanımıyorum” diyor.

Peki…

Anayasayı tanımamak, aldığı kararlara uymamak nedir?

Tanımayan, uymayan kişi veya kişiler  hakkında bir şey yapılamaz mı?

Hem yapılır, hem yapılmaz…

Demokratik sistemde, Anayasal kurumlar çalışıyorsa, sistem tıkır tıkır işliyorsa yapılır.

Aksi uygulanıyorsa, yani kurum ve kuruluşlar ve de Anayasa tarafından alınan kararlar hayata geçirilmiyor, uygulanmıyorsa sorun var demektir.

Ki, Türkiye’de “Anayasal rejim” sorunu var.

Bu anayasa zaman zaman değiştirilse de bize bazen “dar”, bazen” bol” geliyor.

Yani, demokrasi çarkları dönmüyor.

Sistem işlemiyor.

Sonuç:

Her açıdan sistem sık sık SOS  veriyor.

Seçilmiş milletvekili ise parlamentoda olması gerekirken, hapishane koğuşunda kaderine terkediliyor.

Yazık oluyor…

*

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay ile ilgili kararının olağanüstü toplanan TBMM Genel kurulundaki tartışmaları ve çıkan kavgada yaralanan mebusların kanı yere düşünce, tüm TV kanalları “Cumhuriyet tarihinde TBMM merdivenlerine kan düştü” diye verdiler.

Tüm kanalların ve spikerlerinin “TBMM merdivenlerine kan bulaştı” demeleri ne kadar doğru bir bilgidir ?.

Bir gazetecide eğer “hafıza kaybı sorun”u yoksa, geçmişte bu veya buna benzer daha başka olaylar yaşandı mı acaba diye hafızasını yoklar.

Yoklamasına veya zorlamasına bile gerek yok.

Anında Google denen “bilgiç’ e sorar:

Alacağı yanıtı ben hatırlatayım.

AKP’den önceki dönemde, 2000 yılı öncesi,  TBMM koridorunda Siirt milletvekilleri İdris Arıkan ile aynı ilin bir başka milletvekili Zeki Çeliker kavgaya tutuşurlar. Bu kavga ve tartışmayı gören Abdürrezzak Ceylan, tarafları ayırmaya çalışırken olan olur.

Tabancasına davranan İdris Arıkan namlusunu Çevikel’e çevirip ateşlerken araya giren Ceylan ağır yaralanır ama kurtarılamaz.

İşte o zaman “TBMM zeminine ilk defa  kan düştü” denilen üzücü ve ibretlik olay, tüm yayın organlarınca manşetlere taşınır..

Yani, TİP milletvekili ve aynı zamanda gazeteci kökenli Ahmet Şık’ın AKP Milletvekili ve grup başkan vekili Alpay Özalan tarafından saldırıya uğraması sonucu genel kurul merdivenlerine kan düşmesi bir “ilk” değildir.

Üstelik bırakın cinayetleri, 1965-1971 yılları arasında TİP’ten milletvekili olan gazeteci-yazar rahmetli Çetin Altan’ın, Adalet Partisi milletvekillerinden neredeyse ayda bir (!) dayak yediğini, gerek genel kurulda ve gerekse koridorlarda kan-revan içinde kaldığını hatırlıyorum da…

AP Çankırı milletvekili Mehmet Ali Arsan’ın, TBMM koridorunda bir arkadaşı ile sohbet eden Çetin Altan’a arkadan gelip yumruklama sahnesi film şeridi gibi gözlerimin önünde desem inanmayan olur mu?

Hep derim…

Umag’da her yıl özel gazetecilik-dergi gazeteciliği dersi verdiğimde tekrarlarım aday gazetecilere:

“Gazetecilik devamlı ve daha çok araştırmacılık, biraz hafıza ve biraz da soru-sorma sanatıdır. Özetle bilgi edinme, gerçek bilgileri toplama ve yeri gelince bu bilgileri haberlerle hatırlatmaktır.

Ama nerdeeee….