Babası Hafız Esat’tan sonra, oğlu Beşar Esad’ın yönettiği Suriye diktatörlüğünün yıkıldığına inanmak çok kolay değil.
Çünkü bu coğrafya, asırlardır çok karışık ve karmaşık.
Sizleri biraz geriye, yıllar öncesine götürmek istiyorum…
1990’lı yıllara
1987 yılında Hürriyet’in dergi grubu Tempo’da çalışırken, Filistin Lideri Arafat’ı tüm dünya basını konuşuyordu…
Önce, Filistin mücadelesinin nerelere uzanacağını öğrenmek için Filistin’li yetkililerle görüştükten sonra, bir hafta geçmeden İsrail Büyükelçisinden randevu talep ettim.
Gaziosmanpaşa semtinde, hiç kimsenin pek fark etmediği ve edemeyeceği bir çıkmaz sokaktaki İsrail Büyükelçiliği nizamiyesine(!) geldik.
Askeri bir alan değildi ama Elçiliği koruyanlar insanda öylesine bir duygu yaratıyordu ki, adeta yasak olan bir “askeri tesislere” giriyormuş gibi hissettik kendimizi.
Yanımda Tempo Dergisi foto muhabiri Cihat Aka…
Önce klasik sorular, sonra üst-baş arama…
Ardından Cihat’tan fotoğraf makinasını aldılar ve bir başka görevli incelemeye koyuldu...
“Makinanızı biraz sonra veririz” dendi.
Sonra bir aygıta bakmamız istendi..
Uzun süre gözlerimize baktıklarını, kontrol ettiklerini anladık.
Nedenini çıkaramadık.
Bir üst katta, oldukça düzgün Türkçe konuşan İsrail’li bayan sekreter bizlere yer gösterdi.
Büyükelçinin makam odası sade, şatafattan uzak döşenmiş, sıradan bir yer gibiydi.
Bizim gün görmemiş, “sonradan olma” müteahhit takımının makam odaları yanında, elçinin makam yeri “gecekondu” sayılır adeta…
O kadar yani.
10-15 dakika sonra görüşmemiz başladı…
Tabii tanışır tanışmaz “Sizin Golan tepelerinde ne işiniz var, neden oraları işgal ettiniz?” diyerek söze başlayacak değildik ya…
İsrail-Filistin ilişkilerinin neden devamlı gerginliğe yol açtığıyla başladım söze…
“İkili görüşmelerden neden bir türlü sonuç alınamadığı” sorusu ile devam edecektim ki, büyükelçi sözümü kesti…
“Türkiye’nin taraf olduğu bir sorunun, neden çözülme safhasına girmediğini anlatmak için önce bölge ülkelerinin yapısına bakmak gerek” diye söze başladı büyükelçi…
“Eyvahhh “ dedim içimden…
“Şimdi tarih dersi verecek bizlere” diye de içimden geçirdim.
Neticede karşımdaki büyükelçinin kim olduğunu araştırmıştım.
İsrail Üniversitelerinde siyasi tarih dersleri vermiş bir profesör vardı karşımda ve de çok donanımlı olduğunu, (bilim-tarih ve siyaset dünyası) biliyor olmalıydı.
“Bakın, 1950’den bu yana olgun hale gelmemiş bir demokrasiyi deneyen ülkelerden birisiniz. Düşe-kalka da olsa yol alıyorsunuz.
Neticede biz de demokrasi denemesinde epey yol aldık. Tabloyu şöyle görüyor ve tanımlıyoruz.
Etrafımızda tek adam yönetiminde devletler var. Değişik inanç, değişik din ve değişik halklar.
Bakın Arap yarım adasına..
Gidin Kuzey Afrika’ya.. Libya’sından Tunus’a..
Gelin daha yakına, Mısır-Ürdün-Lübnan.
Yakın komşularınıza bakın, İran-Irak-Suriye…
Nerede demokrasi…?
Hangisinde insan hakları…?”
Devam etti büyükelçi:
“Türkiye büyük bir “yarım ada” ve İsrail küçük de olsa bir “ada “ Her ikisi de şu anda adeta demokrasi adaları…”
Hocam açık açık ve çok net diyordu ki, “Siz ve biz demokrasiyi deniyoruz. Oysa orta doğu ülkeleri demokrasiden çok uzaklar. Bizler iyi örnek olursak, ileride onlar da bizleri izlerler…”
Bakar mısınız geldiğimiz noktaya…?
Aradan yaklaşık 40 yıl geçti…
Dikta rejimleri tek tek ve bir şekilde sona eriyor…
Irak, Mısır, Libya…
Şimdi de ortadan silinen Suriye rejimi…
Hepsi diktatör idiler…
Hepsi kaybettiler…
İsrail’li prof. Büyükelçiye kulak verirsek, İsrail küçük bir ada..
Türkiye büyük bir yarım ada…
“İkisinde de demokrasi var, bizler örnek olursak, tüm diktatörlükler yıkılır” demeye getiriyordu ortaya attığı görüşleriyle.
Zaman vermemişti..
Ama görüyoruz ki, ne İsrail şu anda demokrat bir ülke…
Ne Türkiye tam demokrasi ile yönetilen bir memleket…
Daha çok yolumuz var, çooook…
Bizim kuşak göremeyecek…
Umarız çocuklarımız görür…
Belki de torun-tosunlar…
Belli mi olur.
En iyisi olmasa da, demokrasinin insana, kadına ve çocuğa değer verdiğini anlamak, daha iyisini bulmak için “basamak” gibi kullanmak çok mu kötü?
Demokrasi bulunduğumuz bölgede “Kötülerin en iyisi” denecek kadar çok ama çok değerli.
Yeter ki “Saray” yönetimlerinin, artık bir işe yaramadığının anlaşılmasına kadar…
Umarım, “Godot”yu çok fazla beklemeyiz.