“Portreler” adlı köşemde, hayatta olanlardan çok, aramızdan ayrılan gazeteci dostlarım hakkında yazıyorum.
Bu mesleğe emek vermiş, kazancını sadece gazetecilikten sağlayan, ilkelerine bağlı, gıllı-gışlı işlere bulaşmamış arkadaş-dost ve gerçek meslektaşlarımı anmak bana iyi geliyor.
Hepsi birer gurur abideleri gibi…
Hele bugün iktidardan yana olan yalaka ve bu mesleği “köşe dönme” aparatı gibi kullananların yanında, portre köşeme konuk olan gerçek gazeteciler “fazilet mücadelesi vermiş” sayılırlar.
Her biri benim için, meslek için büyük değer taşıyorlar.
Ben Refik Aslan Öztürk’le sanırım tanışmadım.
Ancak, uzaktan da olsa kendisini çok iyi tanıdım.
Çünkü valilik görevlerini yaptığı şehirlerdeki hizmetlerinin basına yansımalarını hep izlerdim.
Aramızdan ayrılana kadar da hizmetlerinin “altın” değerinde olduğunu halk anladı ama iktidarlar asla…
Zaten valilerin iktidarlarla fazla içli-dışlı olmaları gerekmez.
Gerçek vali, ülkenin ve halkın hizmetinde, arkasından bıraktığı eser ve yaptıklarıyla anılan kişidir.
Neden böyle bir hatırlatma yaptım?
Hemen konuya girmem gerek.
Öztürk ailesinden gazeteci kardeşim, meslektaşım ve büro elemanım; Yozgat’ın Yerköy’ünden çıkıp Ankara’da gazetecilik serüvenine başlayan Saygı Öztürk, bu aileden tanıdığım ilk isim.
Yerköy muhabiri Saygı’yı 1974 yılında, Hürriyet’te Haber Ajansı Bölge Müdürü iken tanıdım ve bugüne kadar ağabey-kardeş yakınlığımız sürdü ve devam ediyor.
Öztürk kardeşlerden Fevzi Öztürk’ü, büromuza gelip giderken, sonra da köşe yazarlığından anımsıyorum.
Sık olmasa da zaman zaman görüşürdük.
Yozgat Gazetesi’ndeki köşe yazıları benim için değerlidir. Sanırım okuyucuları da Fevzi Öztürk’ün yazılarının tiryakisi olmuşlardır.
AĞABEY, Fahri Öztürk’ü ise 1980 askeri darbesi sonucu yeni Anayasa yapmak için kurulan Danışma Meclisi’ne üye seçildikten sonra TBMM’deki Anayasa tartışmalarının yapıldığı dönemde tanıdım.
Eski vali olduğunu dahi bilmiyordum.
Çok yakın gazeteci-milletvekili dostluğumuz oldu.
Daha sonra 9. Cumhurbaşkanı rahmetli Demirel’in baş hukuk danışmanlığı sırasında da dostluğumuz sürdü.
Tam da o günlerde Demirel, “başkanlık mı, yarı başkanlık mı?” sorusuna yanıt bulmak için bir araştırma yapılmasını istemişti.
Yani başkanlık mı, yarı başkanlık mı tartışması önce rahmetli 8. Cumhurbaşkanı Özal döneminde başlatılmış, daha sonra da Demirel döneminde çok ciddi biçimde araştırma konusu olmuştu…
Demirel’in Çankaya’da olduğu dönemde Fahri Öztürk, Avrupa’nın ünlü Anayasa hukukçularını devreye sokmuş, Fransa’nın en tanınmış Anayasa uzmanını ise Türkiye’ye davet etmiş, araştırmaların sonucunu Demirel’e sunmuştu.
Ben o sıralar, Milliyet Gazetesi’nin yan yayını Artı Haber Dergisi’nde çalışmaktaydım ve yapılan çalışmalar ve araştırma sonucunu haberleştirmiştim.
Fahri beyin yardımını unutamam.
Unutmadan da şunu aktarayım.
Demirel döneminde hazırlanan bu başkanlık sistemi araştırma sonuçları bize, yani Türkiye’ye uygun düşmemişti.
Açıkçası erken ve uygun değildi…
Açıkcası amiyane tabiriyle birkaç numara büyük gelmişti…
İnanmayan Külliye-Saray uzmanları, bir ara Çankaya Köşkü arşivine girsinler, gerçekleri öğrensinler ve sayın Erdoğan’a sunsunlar.
Geç bile olsa yararı dokunabilir.
Devamı var…