Çarpık gecekondu yapılaşmasıyla ilgili ekli fotoğrafı, bir tarihte, galiba bir dergide (gazete eki de olabilir) görmüştüm; kesip arşivime koymuşum.

O tarihte, resmin altındaki yazıları okumadan, uzun süre bu iğrenç görüntüyü incelemiş; görüntünün hangi (talihsiz) kentimize ait olduğunu bulmaya çalışmıştım.

Görüntünün tam, İstanbul’dan bir kesit olduğuna karar vermiştim ki, gözüm fotoğrafın altındaki iri puntolu yazıya takıldı.

“O kadar ilgisizsiniz ki...”

Ve hemen altında da açıklaması; “...bu fotoğrafın ters durduğunu bile fark etmediniz!”

Çok bozulmuş, alelacele ters çevirmiştim dergiyi.

Fotoğraf, gerçekten de tersine, yani baş aşağı basılmıştı.

Karmaşık duygular içinde, dergiyi, bir süre evirip çevirmiş; o yazıyı fark etmediğim için de kendimle alay etmiştim.

*    *    *

Neresinden, nasıl bakarsan bak, bir imar katliamı olan bu fotoğrafı, dün yine evire çevire tekrar inceledim...

Yine o tümceye takıldım.

O kadar ilgisizsiniz ki!...”

Neden ilgisizmişim ya da neden ilgisizmişiz uslamlamasını yaparken; birden jeton düştü.

Sorun sadece, resmin düz ya da ters olduğunu fark edip, fark etmeme sorunu değildi.

Sorun geneldi.

İlgisizlik ve de lakaytlık genel hastalığımızdı çünkü.

Bakıyorduk ama görmüyorduk.

Çünkü o kadar ilgisiz olmuştuk.

 *    *    *

Evet ilgisiz ve duyarsızız.

Gözümüzün önünde can çekişiyor çevremiz...

Gözümüzün önünde öldürülüyor zeytinlerimiz, fındıklarımız, muz ve portakal bahçelerimiz…

Köylerimiz, kentlerimiz, ormanlarımız…

Nehirlerimiz, ırmaklarımız, çaylarımız, göletlerimiz, göllerimiz, denizlerimiz ölüyor...

Topraklarımız, su kaynaklarımız ölüyor...

Geçmişimiz siliniyor, geleceğimiz ölüyor...

Demokrasimiz, hukukumuz ölüyor.

Ekonomimiz ölüyor.

Ülkemiz ölüyor, öldürülüyor...

*     *    *

Plansız programsız, hedefsiz bir şekilde ürüyor, çoğalıyoruz…

Çoğalmak, üremek yine neyse; çoğalan bu nüfusumuzu eğitmiyor, eğitemiyoruz.

Gelişmiş ülkeler üretiyor, keşfediyor, buluyor, biz yerimizde sayıyor, onların sırtından geçiniyoruz.

Yediğimiz, kullandığımız, ithal ettiğimiz pek çok şey kanserojen.

Bile bile kullanıyor, bile bile ithal ediyor, bile bile tüketiyoruz.

Üretmiyor, üretemiyoruz…

Üretmediğimiz gibi, ürettiğimizden çok daha fazlasını tüketiyoruz.

O kadar ilgisiziz yani...

Çevremiz hızla ve acımasızca kirletiliyor.

Çevremizi kirletmek adına, çirkinleştirmek adına, katletmek adına ne gerekirse onu yapıyoruz.

Denizlerimizden ekmek yiyen tekneler, sintinelerini, herkesin gözü önünde denize boşaltıyor...

Denizlerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz hepimizin gözü önünde fosseptik olarak kullanılıyor...

Kıyılarımız ve kumsallarımız, yetkililerin gözü önünde yağmalanıyor, amaç dışı kullanılıyor. Şekli, şemaili, estetiği bozuluyor.

Kaldırımlar işgal ediliyor.

Motosikletler, bisikletler kaldırımlarda, yayaların arasında slalom yapıyor. Yapmaları bir yana bir de önüne çıkan yayaya dikleniyor, küfür ediyor.

Sosyal alanları amaç dışı kullanıyoruz. Utanmadan, sıkılmadan kumsal üzerinde içki içiyor, zıkkımlandığımız içkinin şişelerini, kutularını kumsal üzerinde bırakıyoruz.

İmar planlarıyla, dün olduğu gibi, bugün de; yaz boz tahtası gibi oynanıyor... Çarpık çurpuk kentlerde(!) yaşamak zorunda bırakılıyoruz.

Belediyelerimiz hâlâ orta çağ zihniyetiyle, biz yaptık oldu zihniyetiyle çalışıyor.

Milenyum çağındayız ama toplu yaşam kurallarına uymayı, hâlâ öğrenemedik.

İnsanlarımızı, çocuklarımızı eğitmiyoruz, eğitemiyoruz...

Dahası eğit(tir)miyorlar; eğitim sistemimizle yaz boz tahtası gibi oynanıyor....

Ses bayrağımız Türkçe, ayaklar altında paspas gibi çiğneniyor. Göz göre göre dilimizi yitiriyoruz...

Birilerinin eli, hâlâ cebimizde... Hâlâ soyuluyoruz...

… …

Ayırdında mıyız?...

Elbette ayırdındayız...

Görmezden, bilmezden gelmek daha çok işimize geliyor.

Kendimize göre başka hesapların peşindeyiz!

Her bir şeyi ters tutuyor, her bir şeye tersinden bakıyoruz, …

İlgisiziz velhasıl…

İlgisiz…