Seçimlerden sonra ülkemiz adeta vergi kıskacına alındı. Neredeyse, soluklandığımız havadan, içtiğimiz suya kadar vergi ödeyen bir millet haline sokulduk. Son yapılan akaryakıt-doğalgaz zamları ve onun yaratacağı tablo ise ayakta kalma mücadelesi veren halkımız için çekilmez hale geldi.
Gerçi, bu ödenen vergiler tam anlamıyla hizmet karşılığı geri gelse neyse de, ülkemizdeki ensesi kalın zenginler, yani kodaman dediklerimiz, bazılarının ise “ 5’li çete” adını verdiği kalantorlar, fakirin ağzındaki lokmayı alacak duruma geldiler hatta çoğunun servetleri bir yana, vergi bile kaçırdıkları iddia ediliyor.
Türkiye'de hiç merak ettiniz mi siz “Halkımız acaba nelere vergi ödüyor ?”
Vergileri, devletin gerçek ve tüzel kişilere yüklediği ekonomik yükümlülük-sorumluluk olarak açıklayabiliriz. Asıl amacı, devlet harcamalarını karşılayarak yol, su, elektrik, sağlık gibi altyapı hizmetlerini sağlayabilmek.
Vergi vermenin en temel ilkesi, toplumsal sınıf farkı gözetmeden, her yurttaşın bu görevi yerine getirmesidir.
Tabii ki, buna karşılık devletin “devletliğini” gösterip, geliri düşük olanları, yani fakir fukarayı, dahası garibi-gurabayı koruması, “aç ve açıkta” bırakmamasıdır.
Oysa devletimizde bugüne kadar yürürlüğe konulan ve sık sık da hayata geçirilen yeni vergileri halk kaldıramaz duruma geldi.
Özel tüketim ve Katma değer vergileri halkın, özellikle de fakir-fukaranın başının üzerinde “Demokles’in Kılıcı” gibi sallanmaya başladı.
Örnek, son yapılan ve şok etkisi yaratan akaryakıt zamları.
Güya 6 yıldır hayata geçirilmemiş. Nedense seçimlerden önce değil, seçimlerden sonraya “tesadüfen” bırakılmış gibi kılıflar ortaya seriliyor.
Bu öylesine bir zam ki, insanın iliğini sömürecek düzeyde etki yapar.
Son seçimde, başta AKP olmak üzere Cumhur İttifakına katılan parti ve partilere oy verip sayın Erdoğan’ı ikinci kez “Saray’ın mutlak hakimi” durumuna getirenler şapkalarını önlerine koymak zorunda kalacaklar.
Çünkü…
Zaman “partizanlık” yapma zamanı değil.
Zaman, fakir fukaranın, taraflı-tarafsız halkın sokağa çıkmasını beklemek değil.
Fakir halkın “güçlüğü” hepimizin içini yakmalı.
Zaman, insanlık adına dara düşenlerin haklarını savunmak zamanı…
Hatta TBMM’nin yıllık tatile girme zamanı bile değil.
Zaman, muhalifi ve iktidardan yana olanların birlikte çare bulma zamanıdır.
Bu fırsatı iyi değerlendirmek ayrıca insanlık görevidir.
SÜRECEK