Bütün gıda maddelerini aracısız doğrudan üreticiden ve fabrikadan alacaklar. Mesela mercimek falan yerden, pirinç filan yerden. Üreticiye para peşin ödenecek. Kısa bir zaman sonra üretici ürettiğini kime satacağını düşünmeyecek. Ziraat mühendisleri kontrolünde çiftçi yönlendirilecek. Hatta çiftçiye tohum verilecek. Ziraat mühendisleri verimli üretim hakkında üreticiyi eğitimle bilgilendirecek. Bütün ekim ve dikim işleri planlı ve projeli olacak.

Şu anda köyler yani çiftçiler birbirinden habersiz kişisel kafalarına göre ekim yapıyor. Hesaplı ve planlı olmadığından, bu yıl patates fazla ekilmiş fiyat yerlerde sürünüyor. Piyasayı elinde tutan simsarların deposu patates dolu. Daha fazla mal almaz. Daha fazla mal alırsa kar marjı düşer. Hatta zarar eder. Bu sebeple köylüden elinde kalan fazla patatesi almaz. Hatta bedava verse almaz. Muhafaza edecek deposu yok. Plansız ekim yüzünden üreticinin patatesi elinde kalıyor. Tonlarca mahsul çöpe gidiyor. Çiftçi zarar ediyor. Fakat halci -komisyoncu zarar etmiyor. Çünkü satamayacağı malı almadı. Buna mukabil SOĞAN OLAYI tamamen bunun tersi. O sene soğan eken az. Soğan fiyatı tavan yapıyor. Yapıyor ama sanmayın ki köylü kazanıyor. Piyasanın dağıtım ucunda duran BÜYÜK SİMSARLAR tüm Türkiye’deki toplam istihsali bildiğinden, soğanın az olduğunu hemen anıyor. Ama üretici yani köylümüz bunu bilmiyor. Simsarlar köylünün elinden bütün malı alıyor. Taban / tavan fiyatını geçen yıldan biraz da fazla verip güya çiftçiyi sevindiriyor. Soğan çiftçiden çıktı ya, … artık her şey otuz –kırk simsarın elinde. Beş liraya aldığı soğanı birbiri ile anlaşmalı olarak, azar azar çıkarıp fiyatı yükseltiyorlar. Otuz mu, kırk mı, elli mi vicdanlarına kalmış. Artık ipler onların elinde. Sebze ve meyveler dayanıksız tüketim malı olduğu için zaman da önemli. Köylümüz maalesef kooperatifleşemediği için stoklayacak soğuk hava deposu yok. Tamamen zarar.

Büyük marketler bu tür sürprizlere karşı tedbir alabilirler. Bu, hem üreticiye hem ülke ekonomisine bir destektir. Bütün meyveler, sebzeler, kuru bakliyatlar aracısız doğrudan birinci elden alınacak. Bu alış verişte, köylü çiftçi tek olarak muhatap olmayacak. Her köy kooperatifini kuracak, bütün işlemler resmi ve kayıtlı kuyutlu olacak. Hatta beş on köy tek kooperatifte birleşecek. Kooperatifler birbiri ile iletişim kuracak. Böylece marketlerin esiri de olmayacaklar.

Marketler gerekirse çiftçiye tohumu da verecek. Ekimler daima sigorta ettirilecek. Un, yağ, zeytin, peynir bütün gıdalar ve gıda dışı temizlik maddeleri, doğrudan fabrikadan alınacak. Marketler şehir dışında olacak ve mahalle bakkalına, küçük esnafa zarar vermeyecek. Markete alınacak personel ilk yıllar tercihen bakkal, kasap- manav veya onların çocukları olacak.

Bütün her şeyin en rantabl olması, en verimli ve en sağlıklı olması için konunun uzmanları, mühendisleri ve doktorlar I24 saat kontrol edecek. Daha buna benzer birçok şeyler konuştuk

Kadir Bey’in anlattıkları tamamen akla ve mantığa uygun idi. Ben 1983 yılında Libya’da buna benzer ŞAHABİYE’leri görmüştüm. Hatta bize 2000 yılında gelen barkot etiketlemesi 1983’te Libya’da vardı.

Kadir Bey’in anlattıkları çok doğru ve ekonomiye tarıma düzen getiren bir proje idi. Tarımda ciddi ve kapsamlı bir proje ile çiftçinin, üreticinin, gelecek beş yılda ne ekeceğini ve kime satacağını bilecek olması, beni etkileyen en önemli nokta idi. Gelecek beş yıl içinde nüfusun ne olacağı ve hangi ürüne ne kadar ihtiyaç olacağı UZMANLAR TARAFINDAN tespit edilip (% 10 yanılma payı olsa bile) planlı üretim yapılacak olması idi. Böylece çok ekilip, ne patates çöpe gidecek, ne de az ekildi diye soğan altın fiyatına fırlayacaktı.

Makro düzeyde bakarsanız ülkenin tamamında muntazam bir üretim ve tüketim dengesi oluşacaktı. İsraf, iflas ve zarar önlenecekti. Kadir Bey’e tamamen seninleyim. Ne zaman marşa basarsan gel dediğin anda Marsa’dan istifa edip geliyorum, dedim. Çünkü gerçekten bu ciddi ve büyük bir proje idi ve Türkiye’nin buna ihtiyacı vardı. Çocukluğumdan beri portakal Finike’de 3 lira, İstanbul’da yirmi lira kavgası vardı. Hâlâ var. Aracıyı, toptancı halini aradan kaldırmaz isek bu iş çözülmez. Bir tek sorun var. Navlun. Onu da tren giden yerlere tren, diğer yerlere kendi kamyonlarımız çalışacak diyerek konuşmuştuk.

Kadir Bey bu projesini anlatmak için, ertesi hafta bizzat Süleyman DEMİREL ile görüşmeye Ankara’ya gitti. Döndüğünde bana dediği şu.

-Beni deli sandılar. 5000 – 7000 – 9000 – 10.000 şubesi olan dükkân olur mu, diye ciddiye almadılar dedi çok üzgündü. Üçüncü hafta gittiğimde bir de ne göreyim. İki marketi de kapatmış Almanya’ya gitmiş.

* * *

MARKETCİLİK BU DEĞİL

Marketler aslî vazifesini yapmalı. Yukarıda bahsettik. Büyük marketler aslında fiyatları (eskiye göre söylüyorum ) %20 aşağıya çekebilirler. Ama her yere elini uzatmamalı. Zira piyasayı bilen biri olarak söylüyorum. Elinizi, kolunuzu çeşit ve tür olarak ne kadar çok uzatırsanız o kadar işin içinden çıkamaz olursunuz. Kurum içi yolsuzlukları önleyemezsiniz. Stoklama problemi olur. Personelin iş gücü düşer. Becerisi düşer. Personelin zihni ve bedeni yorulur. Hatalar yapmaya başlar. Bilgi işlem merkezi bile muhasebeyi tam tutturamaz. Hataları görmekte zorlanırsınız.

Dayanıksız ürünleri yâni gıda ürünleri satan marketler, bakkal, manav ürünlerini ve temizlik maddelerini satmalı. Derin donduruculu et ürünlerini satabilir ama kasaplık bile marketin işi değildir.

Ayakkabı, elbise, kırtasiye, zücaciye, tencere, tabak, satamaz. Satmamalı. Bilgisayar, masa, sandalye, televizyon satmamalı. Serbest piyasa dedikse, piyasayı ele geçirme yetkisi vermedik. Hele tekelleşme veya tröstleşme Avrupa ve Amerika’da çok ağır cezası olan suçlardandır.

Herkes işini yapsa, haddini bilse bu dünya ne güzel olur; değil mi?

10 ARALIK 2022