Dostlar, bendeniz;
Aslım, köküm, Afyonkarahisar, Dinar. Ankara’da doğup büyüdüm.
İlkokulda başlamıştı yazarlık hayallerim. Birkaç Keloğlan ve Alâeddin’in Sihirli Lâmbası hariç bütün masal kitaplarımız yabancı yazarların idi. Niye hiç Türk yazar yok diye hayıflanmıştım. Ta o zaman büyüyünce masal kitapları yazacağım diye hayâl kurmuştum. Ortaokul iki veya üçte idim, bir iki çocuk hikâyesi yazdım. Lise mezunu KÜLTÜRLÜ BABAM, hiç beğenmedi ve bunlarla vakit öldürme diye biraz da azarladı. Kısa olsun, şiir olsun diye birkaç şiir yazmıştım. Yine hevesle babama okudum. Şiirin içinde aşk kelimesi geçiyordu. Daha şiir bitmeden babam tokadı yapıştırdı. “Bu yaşta ne aşkıymış bu, terbiyesiz” diyerek şiiri elimden alıp yırttı. “Bir daha duymayayım. Kafanı dersine ver,” dedi.
Allah kabiliyet verince insanın içinden geliyor. Lisede de biraz şiir, bir iki roman denemesi yaptım. Hiç birini babama göstermedim. Zar zor lise bitti. Paralı üniversiteye kayıt yaptırdım. İşe de girdim. O tarihte gece üniversiteleri vardı. Arkadaşlarım gibi hem çalışıp hem okuyacaktım. Babam patrona gitmiş, beni işten çıkarttırdı. Ben de üniversiteyi bırakıp askere gittim. Askerden sonra hayâllerim vardı. Zorla evlendirdiler. Mecburen memur oldum. Ailemden uzaklaşmak için memuriyeti bırakıp bankaya girdim. İstanbul’a gittim. Banka memuriyetten de beter çıktı. Akşama kadar para sayıyordum. Bu gün o işi makineler yapıyor. Hiç yerinden kalkmadan para saymanlığına on ay dayanabildim. Müdürden başka bölüme geçmek için ricada bulundum. O daha kısa yol tarif etti. İstifa et oğlum dedi. Ben de istifa ettim. Yıl 1972, 23 yaşındayım. Üç aylık bir oğlum var. Hayat mücadelesi başladı. Gençlik işte! Dağları deviririm sanıyordum. Amma velâkin…! …
Aradan 36 sene geçti. 1 Temmuz 2008 ‘e hayatımı bir dörtlüğe sığdırdım.
Evet, hiç bir işim kolay gelmedi, rast da gitmedi,
Altı ay taban teptim, bir arpa boyu yol gitmişim
Pek yiğitçe güreştim diye bir ödül bekliyordum
Meğer göbeğim güneş görmüş, çoktan tuşa gelmişim …
Evet, itiraf ediyorum. Geç anladım. Hayat deneme tahtası değilmiş. Koca bir ömür hep patinaj yapmışım. İşler iyi gitmeyince, ilham perisi bile selâm vermiyor. Ömrümün on iki yıllık bir dönemi var ki hayatımda, şiir, hikâye, roman yazmayı bırak. İmza bile atamadım.
Tam manâsıyla, dört dörtlük bir hayat mücadelesi ile 20 yılım daha gitti. Bu arada, boş durmadım. İşçi oldum SSK kayıtlıyım. Memur oldum 657’ye kayıtlıyım. Esnaf oldum Bağ-Kur’a kayıtlıyım. Neredeyim ben, kimim ben diye kendimi aradığım günler oldu.
Duaya sarıldım. Aman Allah’ım emekli olmadan canımı alma. Bu günlerde ölürsem, üç devlet kurumundan hizmetlerimi toplayıp ailem dul maaşı almayı beceremez. Sağ selâmet emekli olayım, istersen ertesi günü canımı al demeye başladım. Her işimden, ya istifa ile ya da iflas ile ayrıldım. Bu yüzden tazminat da alamadım. Son işimde SSK’lı idim. Buradan emekli olmam için kendime çok öğüt verdim. Birkaç inkılap ve ihtilaller yaşadımsa da dayandım. Emekliliğime bir sene kaldı. Ha gayret diyordum. Kambur felek bana takmış bir kere. Emekliliğime bir yıl kala işten çıkarıldım. Çıkarıldım fakat sevindim. Çünkü onlar çıkardığı için tazminat ödediler. İlk defa elim para gördü.
Bir kamyonet alıp bir şeyler satmaya başladım.
Mutlu müreffeh gidiyorken, bu defa felek içerden vurdu beni. Bel fıtığı çıktı ortaya. Sol ayak debriyaja bile basamıyor. Güzel Türkiyem’de yaşamanın her günün ayrı bir ceremesi vardır. Doktor acil ameliyat diyor, tomografiye gönderiyor. Film çeken senarist, “senin rolün üç ay sonra” diyor. Her şeye şükür diyenlerden olduğum için ameliyattan önce üç ay, ameliyattan sonra üç ay çalışamadım. Hem işten kaldım hem pek çok hastane, pastane masrafı yaptım. Bankada beni bekleyen para falan yok ki. Mecburen kamyoneti sattım.
Üç defa üç ay, üçü biri araya gelmiş yüzümü güldürmeme kararı almışlar. Üstelik kuru ayaza dönmüşler, bana nanik yapıp, burnumun dibinden geçiyorlar. İnadına kızmıyorum. Allah’a şükür ölmedim diye yine de hayata pozitif bakıyorum. Kaderle sinsi bir kavgamız var. Kalleş ve nankör günler buldozer gibi önümden geçip gidiyor.
Çok şükür ölmeden yaşım, günüm doldu. Hemen emekliliğe müracaat ettim. Ben hemen müracaat ettim ama karşı tarafın hiç acelesi yok. SKK- 657 ve BAĞ-KUR’u, üçünü 11,5 ayda bir araya getirdim. Emekli oldum. Bir memurun azizliği sayesinde, SSK’dan 1995’te asgarî ücretle emekli oldum. Herkes emekli olunca emekli ikramiyesi alır. Ben genellikle istifa ettiğim için emekli ikramiyesi alamadım. Çok şükür ölmeden emekli olduk ya, ona şükrediyorum,
Üniversitede okuyan iki oğlan var. Ev kira. Emekli maaşı yetmiyor. 2000 yılına kadar orda burda, şurda, çalıştım. Yıl 2000 oldu. Çorum’da kayınpederden bir daire kaldı. 14 Şubat 2000 sevgililer gününde Çorum’a nakli mekân ettik. Kimseyi tanımıyorum ama İstanbul’dan ahbabım var, bizi karşıladı. Her yer bembeyaz. Nihayet kiradan kurtulmuştuk. İki yıl bakkallık yaptığım bir dönemde dükkânı hatunun adına açmıştım. Bağ-Kur’a kaydetmiştim. O da emekli olsun ki ilerde geçinebilelim demiştim. İyi ki demişim. “Hayatımdaki tek başarı” budur. 2001 yılında hatun da emekli oldu. Çorum’da rahata erdik.
Maziye ait bu lüzumsuz ve olumsuz gerçek hikâyeyi niye anlattım? Belki ders alan olur. Bunun derslik nesi var diyebilirsiniz. Cevabım uzun bir nasihat değil. Bir kelime. İSTİKRAR- İSTİKRAR- İLLA İSTİKRAR.
Neticei kelâm, şunu söylemeye çalışıyorum. Çorum’da rahat ve huzura kavuştuğumu dile getirmek istedim. Rahat ve huzur gelince ruhum dinlendi. Ve yazmaya başladım. İlham meleği bile değişti. Her gün yanıma geliyor. Selâm veriyor. Ohoo saatlerce sohbet ediyoruz.
Kısa zamanda. ÇEKVA, SANAT DOSTLARI’nı tanıdım. Ne var ki iş değiştirme hastalığım geçmemiş. ERKSAN’da satış yönetmeni olarak işe girdim. Bir çürük elma yüzünden işi bıraktım. Oğuz Leblebici hocam elimden tuttu bundan sonra burada çalışacaksın diyerek beni KENT HABER’e götürdü. Patron, dördüncü sayfayı sana veriyorum. İstediğin gibi doldur. Şu kadar da ücret veririm dedi. Bu arada particilik ile de uğraştığım için, Çorum’u tanıyayım, çevre edineyim diye kabul ettim. Zira çocuk harçlığı kadar bir ücret idi. On bir ay çalıştım. Her gün dördüncü sayfayı tamamen dolduruyordum. Her şey iyi gidiyordu. Takdir ve teşekkürler alıyordum. Ama düşük bir ücret olmasına rağmen patron ödeme yapmıyordu. Reklâm almaya başlayınca ücreti de artıracaktı. Reklâm da aldı. Artırmasından vaz geçtim. 11 ay oldu, artmayanı bile vermedi. Haydi, gel de ayrılma. Kent Haber’i de bıraktım. DOST HABER gel buraya dedi. Çorum’da yeniyim. Çorum’u tanımak istiyorum ama bir simit parası kazanamadık. Orda da bir çürük elma vardı Dost Haber’de ömrüm dört ay sürdü. Bu sefer DOST RADYO’da altı –yedi hafta program yaptım. Orada zaten para yoktu. Güzellik ve huzur vardı. Adımı duyuruyordum. Velhasıl Çorum’da da 3,5 yıl doldu, boşaldı. YIL 2003.
Nihayet anladım ki para denen nesne bana gelmiyor. Bundan sonra ele çalışmak yok. Selahattin’e hizmet edeyim dedim. Zaten tezgâhımda yarım yamalak, sekiz on kitap müsveddem vardı. Onları tamamlamaya başladım. 2003 yılı sonunda oldu, ilk kitabımı yayınladım. Bu güne kadar 10 kitap yazdım. Şu anda bir yayınevinde altı kitabım daha basılmakta. (Nisan’da çıkacak inşallah) Arkasından gelen 2’nci altı eser “bizi beklettiğin yeter” diye bağırıp duruyor. Bitti mi! Vallahi bitmedi. 3’ncü altı kitap “Bizi doğurmazsan düşük yapar, azraili çağırırız” diye tehdit ediyorlar. Hani bari para kazansak! …! Neyse.
Sadece ben değil, arkadaşlarım da kitaptan para kazanmıyor. Hepimiz amatör yazarlarız. Kazanmadığımız halde neden yazarız? …! Zenginin zekât vermesi nasıl ki farzdır. Yazmak da bize farzdır. Çünkü: atalarımıza, şehitlerimize sözümüz var. Çocuklarımıza borcumuz var. Bir şeyler biliyorsak, bunu halkımızla paylaşmak millî bir vazifedir.
Sizden de ricalarım var. Lütfen gazete, mecmua, dergi ve kitap okumayı bırakmayın. Sanal âlemde çok güzel şeyler var ama orası hayâl dünyasıdır. Ne hatırası var, ne vefası. Bir anlık görüntü. Kâğıt öyle mi? Kitap, defter evinizde, kitaplığınızda on yıl, kırk yıl, yüz yıl yaşar. Çünkü kitap maddedir, arkadaştır, vefalıdır, belgedir. Siz kovmazsanız asla gitmez. Dokunursunuz, okşarsınız, altını çizerek okursunuz. Resmini keser saklarsınız, çoluk çocuğunuza miras olarak kalır. Kitap, gazete, dergi, mecmua, çeyiz gibidir. Bir ressam nasıl ki tablo yapıyor ve yapmaya mecbursa; bir müzisyen bestesini notaya döküyorsa, siz de icabında hatıranızı, herhangi bir çalışmanızı, yazın. Sizin de yazdıklarınız tablonuz demektir. Hatıra değeri vardır. İllâ usta olmanız, birinci sınıf olmanız şart değil. O sınıfta olmanız yeter. Son sözümü arz ediyorum dostlar. Bütün hastalıklar zararlıdır fakat bir hastalık var ki faydalıdır. Hepinizin okuma hastası olmanıza duacıyım. Daha ötesi var. İnşallah siz de yazarsınız! …!
İlk makalemi 26 MART 2001’de yazmışım. Bu gün de 26 Mart 2025. Çeyrek asır ÇORUM HABER’de bir şeyler yazdım. Mutluyum. Sürçü lisan ettikse affola.
Tüm Çorumlu dostlarıma selâm olsun.
HOŞÇAKALIN.