“Kalıp işi iki üç güne kadar biter. Ardından beton atılması için bize acilen kum gerekli.”
“Onun için de hemen kum getirecek birisini bulmamız gerekiyor. Yoksa iş geriye vuracak. Bu da bizim zararımıza olacak.”
Ardından Bahri Bey bana dönerek:
“Şakir evladım, Arabası olan tanıdığın bir kumcu var mı çevrende?” diye sordu.
Ben kısaca bir gün önceki kum öyküsünü anlatıp:
“Bizim emeğimizle toplanmış olan o kum sizin işinizi görür beyim. O kişi bizleri çalıştırıp emeğimizin karşılığını vermeden, beleşten kum sahibi olmaya çalışmıştır. O kişiden önce davranıp o kumu buraya taşıyalım. Hemen bir kamyon bulmalıyız,” dedim.
Bahri Bey bir süre düşündü.
“O kumu getirmek ne derece doğru olur?” dedi.
“Adamdaki dürüstlüğe bak,” dedi Necati.
“Alın teri döktüğümüz, emeğimizin karşılığı verilmeyen kum bizimdir beyim,” dedim. “O beleşçi üçkâğıtçıya, kumu kaptırmadan hemen gidip almamız gerek.”.
Tam o sırada yandaki inşaata bir kamyon kum gelmesin mi?
“Başka işi yoksa işte araba,” dedim.
Adam kumu boşaltıp gitmek üzereyken yetiştik. Başka işi yokmuş.
“Kumumuz hazır. Kuma gideceğiz. 15-20 dakikalık uzaklıkta. İki kamyon çıkar,” dedim.
“Tamam,” dedi o da.
Yapılan pazarlıkta anlaştılar.
Diğer arkadaşlar çalışadursun, dört kişi daha aldık arkadaşlardan. Ellerine de birer kürek vererek bindirdik arabaya. İçimden bir ses: Bizi dolandıran o üçkâğıtçının hazırladığımız kumu çantada keklik olarak niteleyeceği için, götürme konusunda acele davranmayacağını söylüyordu. Biz ondan önce o kumu getirirdik.
Bilal Bey’le birlikte sürücünün yanına bindik. Düştük yola. İyi ki, yol ayrımını, taş yığınlarıyla belirlemişiz. Oradan döndük kum deresi yoluna. İnşaat alanından çıkıp kum öbeklerinin olduğu dereye ulaşmamız yarım saati bulmadı. Hele şükür kum öbekleri bıraktığımız gibi duruyordu.
Bilal Bey kumu beğendi. En üst baştaki kum öbeğinden başlayarak, kumları, kürek kürek doldurmaya başladık kamyonun kasasına. Elbet zor iş… Kolay değil işimiz. Boşuna kazancımıza “kan ekmeği” denmemiştir dostlar. Kum yığınlarının yarısı kamyonun kasasını doldurdu. Kumu götürüp ikinciye dönecekler. Ben, diğer dört elemanımla birlikte orada kaldım. Ola ki, kumu bedavaya getirdiğini sanan o dolandırıcı vatandaş bir kamyonla kum almaya gelebilirdi. İyi ki gelmedi. Gelseydi, onu, adama benzetmeye karar vermiştik birlikte.
İbiş:
“Adam, bir iki gün geçmesini düşünmüştür belki de,” dedi.
“Herhalde,” dedi Külyutmaz Şakir. Ardından sürdürdü;
“Bir saat sonra Bilal Bey kumu boşaltmış olarak döndü kamyonla. Kalan kumu da kısa sürede kürek kürek doldurduk arabanın kasasına. Tahmin ettiğim gibi ikinci seferin de kamyon kasası doldu. Sonra arabaya binip düştük yola. Ana yola çıkıncaya kadar da gelen giden olmadı. Geldik Bostanlı’daki inşaat alanına. Bilal Bey de babası da teşekkür üstüne teşekkür ediyorlardı. Kum temizdi; babası da beğendi kumu. Kamyoncunun ücretini verip gönderdikten sonra Bahri Bey:
“Çok sağ ol Şakir, evladım,” dedikten sonra bir zarf uzattı bana.
“Bunun içindeki para, kumu hazırlayan dünkü dokuz arkadaşına... Onların her birine birer buçuk günlük parası veriyorum. Sen onlara verirsin artık. Sana gelince; sana da iki günlük. Bu da senin hakkın…”
“Fakat beyim!” diyecek oldum.
“İtiraz yok. Anamın ak sütü gibi helal olsun evladım. Bizi büyük bir sıkıntıdan kurtardın. Allah senden razı olsun,” dedi.
“Helal olsun adama,” dedi Necati. “Böylelerine “yoksul babası” denir işte.”
(SÜRECEK)