İnsanlık tarihinde dokumacılığın öncüleri “ağ örgüsü tekniği” ile “ilmek tekniği” olmuştur. Kaynakların hemen hepsinde “dokuma sanatı” ifadesi kullanılsa da biz “dokumacılık” kavramını kullandık. Çünkü dokumacılık, toplum yaşamında günlük ihtiyaçların bir gereği oluşmuş bir tekniktir. Tıpkı çömlekçiliğin salt günlük ihtiyaçlar sebebiyle oluşması gibi. Bugün müzelerde sergilenen toprak kaplar ve üzerlerindeki desenler sanat olsun diye yapılmamıştır.
Sanatın oluşması, kurallarının belirlenmesi ancak kent kültürüyle ilintilidir. Kırsalda yakılan türkü, söylenen mâni, oynanan oyun da sanat olsun diye üretilmemiş, insanların kendilerinin ifade biçimidir sadece.
Ağ örgüsü tekniği…
Ağ örgüsü tekniğinde iplik, tığ görevi yapan bir gereç yardımıyla örülmektedir. Meyve toplayıcılığı ve avcılık döneminde hayvan kemiklerinin yardımıyla örülen ağlar yeryüzünü Pasifiklerden Güney ve Kuzey Amerika’ya, Afrika ve Asya’dan Uzak Doğu’ya ve Avustralya’ya uzanacak biçimde sarmışlardır. Aynı teknikle sepet, torba ve çantalar örülmüştür.
Ağ örgü tekniğinin meyve toplayıcılığı ve avcılık dönemini yaşayan deniz, göl ve ırmak kıyılarındaki toplumların avcılık ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturulduğunu rahatlıkla söylememiz mümkündür.
Dokumacılığın oluşması zaman içinde giyimden başlayarak insanların gündelik ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bunların arasında yaşamın geçtiği mekânların zemininin soğuktan korunması amacıyla yer yaygıları olduğu gibi göçer/Yörüklerin kıl keçe çadırları da vardır.
İster düz dokuma ister düğümlü halılar olsun bunların hepsi dikey tezgâhlarda dokunmuşlardır. Dikey tezgâhlara ait tasvirleri antik kaynaklarda görmekteyiz. Bunların en ünlüsü şüphesiz Homeros’un Odysseus destanında öldü sanılan Odysseus’un Truva’dan dönmesini sabırsızlıkla bekleyen eşi Penelope’nin önünde oturup, akşama dek dokuduğu, sabaha dek çözdüğü dikey tezgâhtır.
Yatay tezgâhlar ise mekân ve tezgâh ayağının kısıtlı ölçülerine bağlı kalmaksızın çok uzun dokumalara olanak verecek şekilde açık havada bir zemine raptedilme avantajını taşırlar.
Dokumacılıkta başlangıçta kullanılan malzemeler doğada hazır bulunan saz ve bitki liflerinde M.Ö. 800’lerde Yakın Doğu’da hayvanların evcilleştirilmesiyle en baş sırayı yüz almıştır. Koyun ve keçi…
Anadolu’da Gordion’da bulunan ve M.Ö. 700 yıllarına ait geometrik desenli yün ve keten parçaları ile M.Ö. 5-1 yüzyıllara ait malzeme veren Sovyetler Birliği, Altay dağlarındaki Pazırık Vadisi kazılarında (1929-1949) 1947 yılında bulunan ve 2 no’lu kurgandan çıkan düz dokuma kilimler özelikle önem ve değer taşımaktadır. Yünden ve ilikli dokuma tekniğinde dokunmuş olan bu kilim parçaları, şeritler hâlinde olup bunların giysileri süslediği anlaşılmaktadır. Önemli bir buluntu merkezi olan Doğu Türkistan, Lou-lan’da ele geçirilen dokuma parçaları ise M.Ö. 2. yüzyıla aittir.
İnsanlık tarihinde kültürlerin gelişmesinde en önemli adımların atıldığı bir coğrafya olan Anadolu’da antik çağda da düz dokumaların kullanıldığını daha önce değinmiştik. Arkeolojik kazılarda elde edilen iğ, ağırşak ve kirmanlar ile tezgâhlarda kullanılan ağırlıklar, Anadolu’da M.Ö. 6.000 yıllarından beri dokumanın bilindiği anlaşılmaktadır.
Tokat’ta bulunan Tunç Çağına ait kirman, Alacahöyük’te bulunan ve M.Ö. 3000-2000 yıllarına tarihlenen kirman, Gordion’da Frigyalılara ait M.Ö. VII. yüzyıla ait sumak tipinde dokuma parçaları, M.S. IV-VII. yüzyıllara ait Hıristiyan ve Kopt sanatında yer alan desenli dokumalar, yine Selçuklular döneminde Anadolu’da kurulmuş olan Bacıyan-ı Rum teşkilâtına mensup çalışanların dokumacılıkla uğraşarak, halı ve kilim dokuma sanatını köylere kadar yaydıkları yazılı kaynaklarda belirtilmektedir. Beylikler döneminde Anadolu’ya gelen seyyah İbn-i Batuta Aksaray çevresinde dokunan halı ve kilimlerden söz etmektedir.
Atkı yüzlü dokumaların daha çok doğuda Türkiye, İran, Türkistan, Kafkasya’da dokunan ilikli kilim ve değişik türleri, hemen hemen dünyada ‘kilim’ olarak adlandırılmaktadır. Lydia Rasonyi’nin yaptığı araştırmada, ‘kilim’in Türkçe kökenli bir kelime olduğunu belirterek bir Türk dokuma geleneğidir, der. ‘Kilim’ kelimesi Türkçede 13. yüzyıldan bu yana kullanılmaktadır. Bu kelime yabancı dillere de girmiştir. Ancak Farsçada daha erken kaynaklarda “Gilim-gelim” kelimesi olduğu için de etimolojisi hakkında kesin bir ifade kullanmak zorlaşmaktadır.
Yaptığımız araştırmada “kilim” kelimesi için şu bilgilere ulaştık.
Farsça gilim ???? "her çeşit yaygı, battaniye, yatak örtüsü" sözcüğünden alıntıdır. Farsça sözcük Aramice/Süryanice aynı anlama gelen galima ????? sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük Eski Yunanca kálymma ????µµ? "örtü" sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Eski Yunanca kalypto ??????o "örtmek" fiilinden +ma sonekiyle türetilmiştir.
Bu bilgilerin ışığında Türklerin İran’la olan ilişkilerini dikkate alırsak Farsça kökenli bir sözcüğün Türkçeye geçişini izah edebiliriz diye düşünüyorum.
Gelelim diğer dillere. Ukraynacada ‘kylym’, Polonya dilinde, Bulgarca ve Sırpçada ‘kilim’, Romencede ise ‘chilim’ olarak kullanılmaktadır. Ebu Hayyan (1256-?) sözlüğü olan Kitab-el İdrak’ta da görüldüğü gibi Türkiye Türkçesi dışında, Kıpçakçada da aynı kelime bulunmaktadır.
Bir ihtiyacı karşılamanın ötesinde bu dokuma ürünleri, her boyun kendi damgalarını hayvanlarına vurmaları gibi kilimler de taşıdıkları damga desenleriyle aidiyet işareti sayılırlar. Her boy ve oymağı diğerlerinden ayırmaya yarayan bir renk ve motif sembolizmi ile yüklüdürler.
SÜRECEK